Saturday, August 25, 2007

Türk demokrasisinin geleceği yargı reformuna bağlı !

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=554576&keyfield=C3BC6D6974206B61726461C59F

Zaman , 22 Haziran 2007, Cuma



[Yorum - Dr. Ümit Kardaş]

Türk demokrasisinin geleceği yargı reformuna bağlı !



Çoğulcu demokratik sistemle yönetilen ülkelerden Almanya, İsveç ve Danimarka'da barışta, Avusturya'da ise barışta ve savaşta askerî mahkemeler bulunmamaktadır. Afrika'da Gine askerî yargıyı kaldırmıştır. Diğer çoğulcu demokratik sistemle yönetilen ülkelerin büyük bir kısmında (Fransa, İspanya, Hollanda, Belçika, İsviçre) ve Afrika'da (Cezayir, Fas, Tunus, Fildişi Sahili, Madagaskar) askerî mahkemelerin işleyişine sivil hakimler katılmaktadırlar...



Toplumlar uzun mücadelelerden sonra hakim bağımsızlığının kendi özgürlüklerinin ve haklarının garantisi olduğunu anlamışlar ve bu bağımsızlığı hakim güvencesi adını verdiğimiz kurumlarla sağlamışlardır. Görülmektedir ki hakim bağımsızlığı ilkesi, hakim güvencesi ilkesi ile tamamlanmakta; bu güvencenin geniş anlamda tanınmadığı yerlerde ise hakim bağımsızlığı ilkesi kâğıt üzerinde kalmakta, yaşama geçirilememektedir. Hakimlerin atanmalarında uygulanacak sistem ile hakim bağımsızlığı ilkesi arasında sıkı bir ilgi bulunmaktadır. Avrupa'nın birçok ülkesinde bu yetki yürütme organına bırakılmamış, ya İsviçre'de olduğu gibi halk tarafından atama sistemi ya da Fransa, İtalya ve Türkiye'de olduğu gibi içinde hakimlerin de bulunduğu karma kurullar tarafından atama sistemi kabul edilmiştir. Anglosaxon sisteminin uygulandığı İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri federal devlette ise bu yetki sınırsız olarak yürütme organına bırakılmıştır. Yürütme organınca atama sisteminin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde dahi politik tercihlerin ağır bastığı savı ile eleştirildiği düşünülürse, ülkemizde bu sistemin uygulanmasının hakim bağımsızlığı açısından tehlikeli olacağı açıktır. Bu nedenlerle yargının kendi kendisini yönetmesi sistemi hakim bağımsızlığının en etkin aracı olarak görülmektedir. İtalya'da olduğu gibi Yargıtay başkanı ve başsavcısının yasal üye olduğu, diğer üyelerin bir kısmının hakimler arasından kendileri tarafından, bir kısmının ise hukuk profesörleri ve 15 yıl fiilen avukatlık yapmış avukatlar arasından yasama organınca seçildiği bir kurulun oluşturulmasının uygun olacağı kanısındayım. İtalya'da kurulun başkanı cumhurbaşkanıdır. Söz konusu kurul bir dönem görev yapacak; ancak kurul üyeleri bu görevi yürütürlerken başka bir görev alamayacaklardır.

HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU

1982 Anayasası'nın kabulünden sonra çıkarılan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 62. ve 69. maddeleri uyarınca hakimlerin meslekten ayırılmalarında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yetkili kılınmıştır. Bu düzenleme ile 1934 tarihli Hakimler Kanunu'nun o dönem için koymuş olduğu düzenlemeye benzer bir sisteme dönülmüştür. Bugün Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kuruluşu içinde Adalet bakanının ve bir yüksek memurunun bulunması bu kurula idari bir nitelik vermektedir. Çoğunluğun hakimlerden oluşması önemli değildir. Söz konusu yargıçlar bu görevi ikincil bir görev olarak yapmaktadırlar. Ayrıca Adalet Bakanı yürütme organının bir temsilcisi olarak bu kurulun başkanıdır. Bu yapıdaki bir kurulun hakim bağımsızlığı açısından en önemli bir yetkiyi kullanmasının son derece sakıncalı olduğunu belirtmek gerekir. Çoğulcu demokratik sistemle yönetilen birçok ülkede bu yetkinin Parlamento, Yargıtay, Yüksek Hakimler Kurulu gibi organlara verildiğini, çok katı yöntemlere bağlandığını görmekteyiz. Hakimlerin özlük işlerinin yukarıda oluşumunu ve işleyişini belirttiğimiz bir kurul tarafından görülmesinden yana olduğumdan bu yetkinin böyle bir kurula verilmesi gerektiği düşüncesindeyim.

Ülkemizde ise Adalet bakanının başkanı olduğu kurul hakimlerin hem atamalarında hem yükselmelerinde etkili bulunmaktadır. Bu düzenlemenin hakim bağımsızlığı ilkesi ile bağdaşmadığı açıktır. Ayrıca 2802 sayılı yasanın 23. maddesi uyarınca hakime daha kıdemli hakim tarafından sicil verilmesinin ve yine hakimlere adalet müfettişlerince denetimler sırasında hal kâğıdı düzenlenmesinin, yükselmelerde bu sicil ve hal kâğıtlarının esas alınmasının hakim bağımsızlığı ilkesini zedelediği görülmektedir. Hakimlerin mesleğe alınmalarında yürütme organınca atama sistemi kabul edildiği takdirde hakimlerin yükselmelerini kabul etmemek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer hakimlerin özlük işlerinin yukarıda oluşumunu ve işleyişini belirttiğimiz bir kurul tarafından görülmesi kabul edilirse yükselmelerin otomatik olması, hakimler arasında sınıf ve derecelerin azaltılması, yükselmelerinin seyrekleştirilerek basamaklar arasında daha uzun bir huzur devresi sağlanması koşulu ile hakimlerin yükselmesi sistemi uygun olabilir.

TABİİ HAKİM İLKESİ HAYATA GEÇİRİLMELİ

1982 Anayasası'nın 144. maddesi ile hakimlerin denetimi Adalet Bakanlığı'na bırakılmıştır. 2802 sayılı yasanın 99 ve 100. maddeleri ile hakimlerin Adalet Bakanlığı'na bağlı Teftiş Kurulu müfettişlerince denetlenmelerine ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Bu düzenlemeler ile 1934 tarihli Hakimler Kanunu ile getirilmiş olan sisteme dönülmüştür. Denetimleri yürütme organına bırakılmış hakimlerin bağımsızlıkları daima tartışma konusu olacaktır. Yine hakimlere Adalet bakanının başkanı olduğu kurulca disiplin cezası verilebilmesi hakim bağımsızlığı ile bağdaşmamaktadır. Hele bu kurulca verilen disiplin cezalarının yargı denetimine tabi olmayışı durumun olumsuzluğunu artırmaktadır.

Bu ilkenin dar ve geniş olarak iki ayrı tanımını yapmak olanaklıdır. Yasanın suçtan önce gösterdiği hakim dar anlamda tabii hakimdir.. Bu tanıma göre suçun işlenmesinden önce, önceden bakılacak davalar düşünülmeksizin gösterilen hakim tabii hakimdir.. Bu tanım yeterli bir tanım olmayıp, ilkenin özüne inmemektedir. Oysa tabii hakim ilkesinin zaman kavramı dışında bir öz anlamı vardır. Bu ilkenin dar anlamda ele alınarak sadece suçtan önce kurulmuş, hatta yasayla kurulmuş mahkeme hakimleri kabulü ile özdeşleştirilmesi ilkenin sadece şekilden ibaret kalmasına yol açar. Bu ilkenin şeklin üstünde bir öz anlamı olması gereği sadece anayasa hukuku ile açıklanamaz. Bu ilke ceza usulünün genel teorisi ile ancak tabii hakim ilkesine belirgin ve gerçekçi bir anlam verilmesiyle korunabilmektedir. O halde geniş anlamda ve günümüzde kabul gören tabii hakim, bağımsız bir yargı organizasyonu içinde görev yapan, usul hukuku düzenlemeleri ile gerçek anlamda tabii yargı alanına sahip kılınmış, tarafsız, güvenceli, bağımsız yargıçtır. Kuşkusuz tabii hakim ilkesi istisnai ya da olağanüstü mahkemeler kurma yasağını da içerir. Ancak olağanüstü mahkeme kurulmadan da tabii hakim ilkesi çiğnenebilir. Normal hukuk düzeni içinde de, olağan yargı yerleri arasındaki görev ve yetki bölüşümüne uymayan uygulamalar da bu ilkenin ihlali anlamına gelir. Örnek vermek gerekirse askerî suç tanımının genişletilerek askerî yargının yetki alanının genişlemesi bu ilkeyi ihlal etmektedir. Söz konusu ilkenin bu şekilde ihlali devleti polis-devlet yapar. Tabii hakim ilkesi yoksa hakim bağımsızlığından da, hukuk devletinden de söz edilemez. Nitekim bir davayı belli bir biçimde sonuçlandırmanın en etkili yolu genel yetki-görev kurallarına göre davaya bakması gereken yargılama yerlerini devre dışı bırakacak düzenlemeler yapmaktır. Bu nedenle tabii hakim ilkesine aykırı olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kaldırılması yerinde olmuştur. Ancak bu mahkemelerin baktıkları davaların devredildiği ağır ceza mahkemelerinde görülen davalar için CMK'ya özel kurallar konulması bu ilkenin ihlal edildiğini göstermektedir. DGM'ler kaldırılmış gözükse de aslında bu mahkemeler sadece tabela değiştirmiştir. Sonuç olarak tabii hakim ilkesi önceden kurulmayı, bakacakları dava ve suçların yerel, görevsel ve kişisel olarak görev karmaşasına yol açmayacak biçimde kesinleşmesini, yargıçların izleyecekleri yargılama usulünün suçtan önce yasa yoluyla saptanmasını ve birey-yurttaşlar bakımından farklı usuller uygulanmasının engellenmesini kapsar. Kuşkusuz tabii hakim aynı zamanda bağımsızlık ve tarafsızlık güvencesi sunan hakimdir.. Bu nedenle bu iki ilkenin birleştiği söylenebilir. Hukuk devletinin gerekleri olan hakim bağımsızlığı ve güvencesi ilkeleri tabii hakim ilkesinin uygulamaya sokulmasıyla somutlaşmaktadır. Burada esas olan tabii mahkemeden çok süje olan tabii hakimdir. Hakime ilişkin her türlü güvencenin olması gereken şekilde varlığı bu ilkenin sağlıklı var oluşu açısından önemlidir.

Yargılama, devletin ulusun egemenliğine dayanarak yaptığı bir eylemdir. Yargılamanın egemenlik gibi tek olması bir zorunluluktur. Bir devlet içinde birden çok yasama erki, birden çok yürütme erki olmayacağı gibi, yargılama erki de tek olmalıdır. Elinde güç olanların özel bir yargılama gücüne egemen olmak istemeleri durumunda ulusun egemenliği kuralı zedelenmiş olur. Bunun anlamı ulusun egemenliğinin ve dolayısıyla yargılama erkinin bölünmesi demektir. Ayrı bir yargılama isteği elinde bir güç olmayanlardan gelmeyip, belli bir gücü elinde tutanlardan gelir. Eskiden derebeylerin, kiliselerin, kabile ve aşiretlerin kendilerine özgü mahkemeleri vardı. Bugün ise bazı güçlü baskı grupları kendileri için yurttaşların gittiği mahkemelerden ayrı mahkemeler kurulmasını sağlamaktadırlar. Oysa yargılama birliği kuralı, elinde güç bulunduranların kendilerine ayrı mahkeme istemelerine ve böylece niteliği aynı olan uyuşmazlıkların bir kısmının adliye, bir kısmının ise adliye dışı yargılama makamlarında çözülmesine engeldir. Örneğin bir eylemin suç olup olmadığı sorununun çözümü bakımından hem adliye mahkemeleri, hem askeri mahkemeler yetkili olursa yargılama birliğinden sapılmış olunur.

ASKERÎ YARGI KALDIRILMALI MI?

Gerçekten yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olması gereken yargılama erkinin tek olması egemenliğin tek olmasının mantıki sonucudur. Daha önemlisi parçalanmış bir yargı organizasyonunda hakimlerin bağımsızlığını sağlamak çok zordur. Kaldı ki adliye dışı mahkemeleri tabii hakim ilkesi bakımından da açıklamak olanaksızdır. Sonuç olarak hakim bağımsızlığı ve tabii hakim ilkeleriyle yargılama birliği ilkesi birleşmektedir. Bu nedenle askerî mahkemelerin bir uzmanlık mahkemesi olarak (asker mahkemesi) iş mahkemesi, ticaret mahkemesi gibi adliye içinde düzenlenmesi gerekir. Bu durumda sivilleşme de yani askerlerin tabii hakimleri olan sivil hakimler önünde yargılanmaları sağlanmış olacaktır. Ayrıca sivil kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmaları sorunu da ortadan kalkacaktır.

Askerî mahkemelerin sanığın silah arkadaşları tarafından kurulması fikri kuşku yoktur ki orta çağda egemen olmuş bir anlayışın ve feodalite döneminden arta kalmış bir izin ürünüdür. Çünkü orta çağda insanlar ayrıcalıklı zümreler arasında bir bölünmeye ve sınıflandırmaya uğramaktaydılar. Ayrıca bu ayrıcalıklı zümreler arasında da bir derecelendirme vardı. Bu nedenle her yargılanacak kişi bağlı olduğu zümrenin adamları tarafından yargılanıyordu. Bugün ise var olan anayasal kurallara göre ayrıcalıklı zümre ve sınıf yoktur. Demek ki yukarıda açıklanan orta çağ anlayışı hem kaynağında hem uygulamada değişmiştir. Yine denilebilir ki ceza yargılamasının amacı maddi gerçeği bulmaktır. Belirli bir kültür düzeyine ulaşmış, belirli bir ulusta izlenen yargılama usulü gerçeğe ulaşmanın en iyi usulü olarak görülmüş ve kabul edilmiştir. Bu nedenle o ulusun kültür düzeyi orduda ve sivil yaşamda ayrı olamayacağından, sivil yaşam için izlenen yargılama usulünü ordu için değiştirmenin inandırıcı bir gerekçesi bulunmamaktadır.

Bunların dışında askerî hakimler cübbeli de olsalar subay üniforması içinde görev yapmaktadırlar. Kendisinden rütbece daha kıdemsiz bir askerî hakim tarafından yargılanmak, yargılanan rütbeli asker kişide ve özellikle sivillerde psikolojik bir eziklik ve güvensizlik yaratmaktadır. Oysa sivil mahkemede sivil hakim önünde yargılanırken rütbe ve üniforma söz konusu olamayacağından yargılanan rütbeli asker kişi bakımından psikolojik rahatlık ve güven duygusu sağlanmış olacaktır. Ayrıca asker kişinin de güvenceli ve bağımsız tabii hakimi önünde yargılanmak hakkı vardır. Yine askerî mahkemeler sivilleri askerlerle birlikte işledikleri önemli suçları nedeniyle yargılamakta, böylece yetkileri genişlemektedir. Bu yetki genişlemesi insan haklarını tehlikeye sokmaktadır. Çünkü askerî hakimler askerî hiyerarşi içindedirler. Tüm belirttiğimiz nedenlerle askerî mahkemeler yargılama birliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadırlar. Ayrıca yargılama birliği ilkesi, hakim bağımsızlığı, tarafsızlığı, güvencesi ve tabii hakim ilkeleriyle birleştiğinden, bu ilkeler de adil yargılanma hakkının unsurlarını oluşturduğundan bu anlamda hukuk güvenliği sağlayamayan askerî mahkemelerin kaldırılması gerekmektedir. Bu nedenle asker kişilerin işledikleri tüm suçlara, adlî yargılama düzeni içinde yer alan ve sivil hakimlerden oluşan mahkemeler bakmalıdırlar. Bu düzenleme ile barış zamanında askerî mahkemelerde yargılanan asker ve sivil kişiler bakımından tabii hakim ilkesine dönülmüş olacaktır. Temyiz yeri olarak içtihat farklılıklarını önlemek ve yargılama birliğini sağlamak için birçok ülkede olduğu gibi tek bir Yargıtay yeterlidir. Sivil Yargıtay'ın bir dairesi askerî davaların temyiz incelemesini yapabilir. İngiltere, Kanada, Belçika, Hollanda, Fransa, Yunanistan, Rusya, Tunus ve Cezayir'de Askerî Yargıtay bulunmamaktadır. Çoğulcu demokratik sistemle yönetilen ülkelerden Almanya, İsveç ve Danimarka'da barışta, Avusturya'da ise barışta ve savaşta askerî mahkemeler bulunmamaktadır. Afrika'da Gine askerî yargıyı kaldırmıştır. Diğer çoğulcu demokratik sistemle yönetilen ülkelerin büyük bir kısmında (Fransa, İspanya, Hollanda, Belçika, İsviçre) ve Afrika'da (Cezayir, Fas, Tunus, Fildişi Sahili, Madagaskar) askerî mahkemelerin işleyişine sivil hakimler katılmaktadırlar. Bu sivilleştirme eğiliminin sonuç olarak yargılama birliği ilkesi uyarınca bizim önerdiğimiz ve dünyada örnekleri görüldüğü gibi askerî mahkemelerin kaldırılması eğilimine dönüşeceği görüşünü taşıyorum. Adil yargılanma hakkının uygulanabilirliği ancak böyle olanaklı olacaktır.

YARIN: ANAYASA MAHKEMESİ'NİN YAPISINDA

DEĞİŞİME NEDEN İHTİYAÇ VAR?

DR. ÜMİT KARDAŞ
22 Haziran 2007, Cuma

No comments: