12 Eylül sorgulansa asker kışlasına çekilirdi
12 Eylül sorgulansa asker kışlasına çekilirdi Sacit Kayasu, 12 Eylül darbecilerinin yargılanması talebiyle iddianame düzenlediği için savcılıktan men edilmişti. O günden sonra ilgi odağı olan Kayasu, bu kez yaşadıklarını anlattığı kitapla gündemde. | |
Sacit Kayasu, Türkiye kamuoyunun da Aksiyon okurlarının da yabancısı değil. Kendisi, 2000 yılında başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül’ün önde gelen isimleri hakkında dava açmaya teşebbüs etmişti. Ama olaylar umduğu gibi gelişmedi. Darbeden sorumlu tuttuğu kişiler değil kendisi yargılandı ve ‘kayd-ı hayat’ şartıyla meslekten men edildi. İddianameyi suç kabul eden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), “Devletin beka ve temadisine hizmet etmiş devlet adamları hakkında uygunsuz ifadelerde bulunduğu” gerekçesiyle soruşturmaya tâbi tuttuğu Karasu’yu ‘askerî kuvvetleri tahkir ve tezyif’ten suçlu bulmuştu. Zaman zaman ‘artık konuşmayacağım’ dese de kararını her seferinde bozan Sacit Kayasu, 1999-2003 yılları arasında verdiği hukuk mücadelesini “Günaydın Savcı Bey” ismiyle kitaplaştırdı.
Kitabın ismi, içeriği hakkında epeyce fikir veriyor aslına bakılırsa. Eski Adana savcısı Kayasu, yaşadıkları karşısında kendine sık sık ‘günaydın’ dediğini itiraf ediyor. Adalet Bakanlığı tarafından meslekten atılınca, kamuoyu yaşadıkları karşısında sessiz kalınca, tüm iş başvuruları geri çevrilince… Kitabın başından itibaren ‘değer miydi?’ sorusunu çok sık tekrarlasa da pişman olmadığının altını çiziyor eski savcı. Hayıflanması kızgınlığından ileri geliyor. Topluma karşı duyduğu sorumlulukla hareket etmesine rağmen yalnız bırakılmasına duyduğu kızgınlıktan...
İDDİANAME İŞLEME KONSAYDI
Türk halkının 12 Eylül’ü bilmediğini düşünüyor Sacit Bey. Bu sebeple kitabına, “Darbenin 20’nci yılında o günleri yaşayan kaç kişi hayatta olabilir?” sorusunun cevabını aramakla başlıyor: “O dönemde şiddete maruz kalanlar 15-30 yaş arasındaydı. Ve 1980’de 15 yaşın üstünde 13 milyon insan vardı.” Kayasu’nun hesaplamalarına göre aradan geçen yıllarda artan nüfus ve ölen insan sayısı dikkate alındığında 2000 yılında bunlardan en fazla 5 milyon kadarı hayatta olabilirdi. Buradan hareketle 1980’de yaşanan darbenin bilinmediğine hükmeden eski savcı, neler yaşandığını hatırlatmak ve mücadele etmenin niçin önemli olduğunu ortaya koymak için çarpıcı bir 12 Eylül kronolojisiyle başlıyor işe:
12 Eylül 1980’de yapılan darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alındı. Yargılanan 230 bin kişiden 7 bini için idam istendi. Bunlardan 517’si idama mahkûm edildi, 50’si asıldı. 400 gazeteciye 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı… Liste böyle uzayıp gidiyor.
Darbenin yaşandığı dönem Denizli’de avukatlık yapan Sacit Kayasu, olan bitene yakından şahitlik etmiş; ama kendisi herhangi bir mağduriyet yaşamamış. “Sorumlulara hesap sorulsun deme cesareti göstermemin sebebi bu belki de.” dedikten sonra açıklamaya başlıyor: “Darbenin ardından 90 gün gözaltında kalan, işkence gören biri yıllar sonra milletvekili seçildi ve 12 Eylül’ün sorumluları yargılanamaz dedi. Bu, mahallenin kabadayısından dayak yemiş birinin onun aleyhinde konuşamamasına benziyor. Yediği dayağın acısını unutamıyor bir türlü. Ben dayak yemediğim için bu kadar rahat konuşuyorum belki de.”
2000 yılında, 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 20 sene geçmişti ve o yılın Eylül ayında zaman aşımı süresi dolacak, sorumlular hakkında dava açılabilmesi ihtimali ortadan kalkacaktı. Kitapta kendisini iddianame tanzim etmeye götüren süreci uzun uzun anlatan Kayasu, bu işten şahsi bir çıkarı olmadığını defalarca tekrarlıyor. Bu kadar ağır bir cezayı hesaba katmamış elbet. Yine de işini şansa bırakmamış ve dava açmak için emeklilik süresinin dolmasını beklemiş. “Biri çıkıp kral çıplak derse bunu söylemeye cesaret edemeyenler en azından onun arkasında durur sanıyordum. Ama olmadı, kralın giyinik olduğunu söylemeye devam ettiler.”
27 NİSAN’DAN SONRA 12 EYLÜL’LE HESAPLAŞMAK
“Olmadı ya, eğer iddianameniz işleme koyulsaydı ne değişirdi?” Öncelikle eğer başsavcı dava açmayı kabul etse sorumluların ceza alacağından çok emin Kayasu: “Buradan çıkarılacak dersle ordu kışlasına çekilirdi herhalde. Siyaseti etkileyecek ya da belirleyecek bir tavır almaktan kaçınırdı. Nitekim Yunanistan 30 yıl önce darbecileri yargıladı ve o günden sonra bir daha darbe yapılmadı orada. Yargı mensupları daha rahat ve cesur olurdu.” Alabileceği en ağır cezayı çektiğini düşündüğünden olacak, oldukça açık konuşuyor. Cezalandırılmayan ‘suça’ heves edenlerin sayısının çok olacağını ve yapanın da maruz kalanın da hesabı sorulmamış bir fiili meşru kabul edeceğini söylüyor.
Askerin kışlaya çekilmesinden bahsedince ordu ile hükümet arasında yaşanan gerilime geliyor söz. Susurluk, 28 Şubat, Şemdinli ve son olarak 27 Nisan’da yaşananlardan sonra 12 Eylül’le hesaplaşmanın gereğine inananların sayısı artmış ona göre: “Bugün darbeye karşı çıkanların sayısı 5 yıl öncekinden daha çok, ancak 28 Şubat’ta ve cumhurbaşkanı seçimi sürecinde yaşananlar halkı doğrudan etkilemedi. Gerginlik siyasilerle asker arasında. Toplum ise seyrediyor. Hiç ümit etmiyorum ama önümüzdeki günlerde bu tablo değişir ve fiili müdahale yaşanırsa asıl o zaman anlaşılacak neden 12 Eylül’ün hesabı sorulsun dediğim.”
Kayasu’nun kitabında verdiği en çarpıcı bilgilerden biri, onun iddianamesi sayesinde zaman aşımı süresinin 10 yıl uzamış olduğu. Yani birileri çıkıp da yargının herkes için işletilmesini istemeye cesaret ederse 12 Eylül 2010’a kadar Kenan Evren ve diğer sorumlular hakkında dava açılması mümkün. Kayasu da bu kitabı tecrübelerini adaletin tecellisine aracılık edecek meslektaşları ile paylaşmak için yazdığını söylüyor. “Peki sizin yaşadıklarınız ve Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenlerden sonra buna cesaret etmek kolay mı?” Pek endişeli görünmüyor Kayasu. Her zaman aynı şey yaşanacak diye bir kural yok ona göre. Üstelik başka gerekçelerle ceza alan çok sayıda hâkim ve savcı da var. “1960’larda görülen bir Gomel Zigna davası var. İzmir Bornova’da bir firma, İtalya’ya zeytinyağı yerine motor yağı ihraç etmişti. Türk hukuk tarihinin ilk hayali ihracat davalarından biriydi. Zanlıları tazminata mahkûm eden hâkim bu kararından dolayı meslekten ihraç edildi. Ama sonra çok sayıda hayali ihracatçı mahkûmiyet aldı ve hâkimlere bir şey olmadı.”
Kenan Evren’le hiç karşılaşmamış, ceza alıp almamasıyla da ilgilenmiyor; ama “Beni babasını tanıdığı gibi tanır” diye eklemeyi de ihmal etmiyor. “Önemli olan Evren Paşa’nın mahkûm olup olmaması değil, adalete güvenin sarsılmaması. Bu da makamına mevkisine bakılmaksızın herkesin yargı önüne çıkmasıyla mümkün.” diyor. Yaşananların bir adalet savaşı olduğunu düşünüyor Kayasu. Savaşlarda şehit verilmesi gibi bu tür olayların yaşanması da üzücü; ama olağan. Kendisini şehitler arasında sayıyor: “Ben öldüm kabul; ama mücadeleyi kazanmamak için hiçbir sebep yok. Kalan sağlar bizimdir.”
Sacit Kayasu, toplumun duyarlılığının hukukun tecellisini etkileyeceği kanaatinde. Bunu, “Hukuk konusunda duyarlı bir toplum en kötü kanunlarla bile yönetilebilir.” sözleriyle ifade ediyor. Aksi olduğunda ise en iyi kanunlarda bile boşluk bulunabilir. Bu yüzden Türkiye’nin yargı reformundan önce toplumsal duyarlılığa ihtiyacı olduğunu söylüyor. “Konuştuğunuzda herkes rüşvete karşıdır. Ama bir resmî kuruma işi düştüğünde rüşvetle işini gördürecek adam arar. Ya da bir suça şahit olur; ama ne fikri sorulduğunda konuşur ne de suçu ortadan kaldırmak için kendiliğinden harekete geçer.”
ZAMANLAMAYA ‘MAALESEF’ YORUMU
Eski savcının, ordunun siyasete müdahalesine karşı verdiği mücadeleyi anlatan kitabı yine askerin gündemde olduğu günlerde piyasaya çıktı. Bu hatırlatmaya ‘maalesef’ diye karşılık veriyor. Bu ‘tesadüfü’, uzun zaman önce hazırlanan kitabı basmak istemeyen yayınevleri hazırlamış. “Zannetmiyorum” diyor; ama kitabın ordu aleyhtarı propaganda niteliğinde kabul edilmeyeceğinden de emin değil.
HSYK’nın meslekten men kararını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıyan Kayasu, şu sıralar akademik kariyer yapıyor. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde başladığı Kamu Hukuku masteri için ironik bir tez konusu seçmiş: Hâkim ve Savcıların İfade Özgürlüğü. Doktorada da 1982 Anayasası’nı masaya yatırmak istiyor. Önü açık ona göre; profesörlüğe kadar gitmemesi için hiçbir sebep yok…
No comments:
Post a Comment