Osman İridağ - Aksiyon , Sayı: 135 - 05.07.1997
Demirel kendini riske sokmaz
Fikret Kızılok’un şarkısı, yakın tarihimize damgasını vuran bir ismi ne kadar da güzel anlatır. “Süleyman hep başbakan, Başbakan hep Süleyman”. | |
Süleyman Demirel’i anlamak Türkiye’nin yakın tarihini anlamakla eşdeğer olsa gerek. Türk demokrasisinin neden sık sık darbelere ve muhtıralara muhatap kaldığını; küçük bir gerginliğin nasıl olup da büyük kutuplaşmaları beraberinde getirdiğini anlayabilmek için Demirel’i tanımak gerekiyor. Siyasi tarihi neredeyse çok partili demokrasi tarihimizle yaşıt olan Demirel’in Çankaya’ya çıkmasıyla kazanılan demokrasi zaferinin ardından bugün yaşadıklarımızı açıklayabilmek için de. Güçlü seçkinlerle güçsüz yığınların sessiz kavgasını anlayabilmek, “istenileni istememe” hakkını elde edebilmek için de. Bunun için de Demirel’i anlayan, en zor günde dahi “Herşeye rağmen demokrasi” diyebilen birine; yani Nazlı Ilıcak’a kulak vermek gerekiyor.
— Genelkurmay’ın gazeteciler için düzenlediği brifinge çağrılmamanız üzerine yazdığınız yazıda, “Beni çağırmadılar çünkü, bir kısım basın gibi davranmayacağımı biliyorlardı” diyordunuz. Çağrılmış olsanız nasıl davranacaktınız?
O bir brifing değil, bildiriydi. Bunu Oktay Ekşi de yazdı zaten. Dolayısıyla bir soru sormak cevap almak gibi bir olay da yoktu. Doğru dürüst bir neden göstermeden irticacı dedikleri sermayeyi suçlamışlardı. Ben orada olsam, bir kere soru sormaya teşebbüs ederdim. Soru sormaya izin verilmiyor dedikleri zaman da, en azından çıkışta o subaylarla görüşmek imkanı var. ‘Siz bu şekilde memleket sermayesini, Anadolu sermayesini suçlayarak nereye varmak istiyorsunuz? Bu şekilde bir gerginlik azaltılır mı yoksa çoğaltılır mı? Bu bir bölücülük değil mi’ diye sormak isterdim.
— Diğerleri niçin sormadı?
Çünkü onlar demokrasinin rafa kaldırılmasında askerlerle işbirliği içindeler. Asker kendine göre belki iyi niyetle bazı doğrular da yapıyor. Ama bu gerginliğin sebeplerinden birinin ordunun komuta kademesi olduğu, bu kademenin Refah Partisi’nin iktidarda olmasından dolayı büyük bir rahatsızlık duyduğu, bu partiyi iktidardan devirmek üzere, bir yerlerden düğmeye basıldığı aşikar.
— Kim bastı düğmeye?
Ben bunu illa ki dış güçlere bağlamıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yetiştirme tarzına ve hassasiyetine bağlıyorum. Keşke, Harbiye’de bütün askeri derslerin yanında demokrasi dersi de okutulsa ve İslamiyet öğretilse.
— Harbiye’de demokrasi dersinin ne faydası olacak ki. Tamamen emir komuta zinciri içinde yetiştirilen askeri öğrencilerin — ki dünyanın bütün ordusunda bu böyledir— pratiği olmayan bir demokrasi dersinden çıkaracakları dersler olacağını düşünüyor musunuz?
Emre itaat edecekler ama; demokrasinin ne olduğunu da öğrenecekler. Tabii bunu çok güçlü bir iktidar yapabilir. İç hizmet kanununda bulunan cumhuriyeti koruma ve kollamanın, demokrasiye müdahale anlamı taşımadığını, askerin sivil otoritenin emrinde, ona itaatle mükellef olduğunu anlatmak lazım. Demokratik ülkelerin ilerlediğini, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün memlekete zaman kaybettirdiğini, dolayısıyla bu müdahalelerin yanlış olduğunu söylemek gerek.
— Askerlerle aynı dili konuşan pek çok sivil var. Nitekim yargı mensupları için düzenlenen brifingde bunu gördük. Taraflar dakikalarca birbirini alkışladı. Siz de bir TV kanalında onları alkışladınız..
Ben demokrasiyi alkışladım.
— Brifingde tarafların alkışları muhatabından karşılığını buldu? Sizin alkışlarınıza karşılık geldi mi?
Çok kişiden mektup, telefon aldım; bana teşekkür ediyorlardı. Yüzyüze görüştüğüm pek çok insan da benimle birlikte ayağa kalkıp demokrasiyi alkışladıklarını söyledi. Şimdi o günkü olay tam bir yüz karasıydı. Ancak askerin samimi olduğu belli oluyordu.
— Nasıl bir samimiyet?
Brifingi veren subay çok duygulandı, gözleri yaşardı. O iyi bir şey yaptığını düşünüyor. Yanlış şeyler yaptıklarını anlatmak lazım. İşte bu yüzden demokrasi dersi konmasını istiyorum.
— İyi niyetle yapıyorlar derken halkın kendileri gibi düşünmediğini bilmediklerini mi söylüyorsunuz?
Halkın kendi düşüncelerine katıldıklarını ve onları alkışladıklarını zannediyorlar. Halbuki büyük bir sessiz çoğunluk var, bunu alkışlamıyor, askerin siyasete müdahalesini istemiyor. Ama hep birlikte gördük ki birtakım sözde seçkinler dediğimiz insanlar var Türkiye’de. Onların sesi çıkıyor, onlar medyadaki başköşeleri tutmuşlar. Sadece onların sesi askere ulaşıyor.
— Ya halkın sesi, sessiz çoğunluk bu alkışlara nasıl cevap verecek?
Refah Partisi hemen seçim istediğine göre halkın cevabının nasıl olacağı belli. Çünkü halktan her zaman gerekli cevap gelmiştir. Türk milleti ordusuna çok bağlıdır. Ben de şahsen milliyetçi ve muhafazakar bir insan olarak, Türk ordusunu; Türk milletinin ve Türk Cumhuriyeti’nin bekasının garantisi olarak görüyorum. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri siyasete karışarak taraf olmakla kalmayıp yıpranıyor ve hedef tahtası haline geliyor. Her zaman bu böyle olmuştur, halk hep ordu kışlaya diye oy kullanmıştır. Nitekim daha önce yaşadığımız üç darbe sonrası yapılan seçimlerde bunu gördük.
........
No comments:
Post a Comment