Saturday, August 25, 2007

BÇG de derin devlet faaliyetiydi

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=26820

Fatih Uğur - f.ugur@aksiyon.com.tr - Aksiyon , Sayı: 638 - 26.02.2007



BÇG de derin devlet faaliyetiydi


28 Şubat sürecinin yakın tanıklarından Şevket Kazan’dan çarpıcı iddialar: “Batı Çalışma Grubu bir derin devlet faaliyetiydi. Demirel sürecin mimarı değil aktörüydü.”


27 Ağustos 1996’da yapılan Yüksek Askerî Şûra toplantısında Oramiral Güven Erkaya’nın sert çıkışı ile başlayan ordu-hükümet gerilimi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) kurulmasıyla sürdü. Sincan’daki Kudüs Gecesi, ardından tankların ‘demokrasiye balans ayarı’ yapması, 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlara uzanan yolun birer kilometre taşı oldu. Refah Partisi’ni (RP) kapatan Vural Savaş ‘Partiyi neden kapattınız?’ sorusuna, ‘Şevket Kazan’a kızdığım için!’ cevabını vermişti. Adalet eski Bakanı Kazan, Necmettin Erbakan’ın hep yanı başında oldu. 28 Şubat sürecinin de en yakın şahitlerinden biriydi kendisi. Kazan, temellerinin Atina Büyükelçiliği’nde atıldığını söylediği BÇG için ‘Bir derin devlet faaliyetiydi’ diyor. ‘Yasal değildiyse niye lağvetmediniz, müdahale etmediniz?’ sorusuna, ‘Kimse o zaman bunun ne olduğunu bilmiyordu ki’ cevabını veriyor. Ona göre Refahyol’u ‘Bir askerî yetkili’ muhalefeti yıktı. Kazan, 10. yılında 28 Şubat sürecinin Refah kanadında yaşanan hikâyesini Aksiyon’a anlattı.

-Refahyol’un nesi hazmedilemedi?

Ekonomik politikaları ve D-8 anlaşmaları konusundaki aktivitesi hazmedilemedi. Birincisinin hazmedilemeyişi tamamen TÜSİAD cephesinin, ikincisinin hazmedilemeyişi de ABD’nin reaksiyonunu doğurdu.

-Onların kurbanı mı oldu yani?

Refahyol programını yazarken, ‘rant ekonomisi yerine reel ekonomi uygulayacağız’ dedik. Bundan amaç şuydu. O tarihlerde işadamlarının yıllık gelirlerinin yüzde 87’si faizden, yüzde 13’ü gerçek üretimdendi. Bu da gösteriyordu ki, Türkiye’nin bütün zenginlikleri, vergileri vs. hepsi rant ekonomisinin ağı içinde ‘faiz ödemesi’ olarak kaybolup gidiyor. Yaptığımız ilk iş havuz sistemini gerçekleştirmek oldu. Devletin TEK gibi parası bol kurumları var. Paralarını götürüp yüzde 50 faizle özel bankalara yatırıyor. Devletin paraya ihtiyacı olan kuruluşları var. Onlar da para ihtiyacını o özel bankalardan yüzde 150 faizle karşılıyor. Yani bu özel bankalar kamunun elinden kamuya para vererek yüzde 100 rant elde ediyor. Bizim kararlılığımızla birdenbire gelir kapılarının kapanmış olması rantiye çevresini fevkalade tedirgin etti.

-28 Şubat kitabınızı yazarken keşke TÜSİAD ve işadamlarıyla bir toplantı yapabilseydik diyorsunuz. Pişmanlık mı bu?

Hayır. Pişmanlık değil, bir eksiklik. Biz ne yapacaktık; onları İstanbul’da bir otele toplayacaktık. Onlara Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’nın harp öncesi (İkinci Dünya Savaşı) ve sonrası durumlarını, ekonomik ve sosyal gelişmelerini izlettirecektik. Sonra harp görmemiş Türkiye’nin geri kalmışlığını gösteren fotoğrafları sergileyecektik. Sonra soracaktık: Türkiye geri kalmaya mahkûm mu? Almanya, Fransa kadar olmasa bile bir İtalya, İspanya kadar refahı yakalaması gerekmez mi? Gerekir. Nasıl olacak bu? İşte rant ekonomisini terk edip reel ekonomiye döneceğiz. Bizden önce 54 hükümet gelmiş geçmiş. Olabilir. Biz böyle yapacağız, siz de elinizi taşın altına sokacaksınız. Var mısınız, yok musunuz?

-Ne olacaktı o zaman?

Bu memlekete karşı, aşkları, sevgileri, sevdaları varsa elbette onlar da olumlu cevap verecekti.

-Ama tam tersine, aleyhinize raporlar hazırlanıyor. TİSK, DİSK, TOBB, TESK, TÜSİAD niye bu kadar açık cephe aldı. İş nerede koptu?

Kopma noktası diye bir şey yok. Biz işadamlarının yatırım konusundaki bütün taleplerine destek verdik. Ama programdaki bu hükmün uygulaması elbette onları tedirgin etti. TÜSİAD öyle bir yapı ki, millî menfaatleri değil sadece ve sadece kendi menfaatlerini düşünüyor. Onların işsizi, memuru, esnafı düşünmesi lazım. Ama o sadece tatlı kârını düşünüyor. Uygulamayı başlatır başlatmaz TÜSİAD bize karşı soğuk davranmaya başladı.

-İlk üç ayda kavga ve muhalefet yok ama...

Refahyol hükümetine karşı muhalefeti ikiye ayırıyorum. Biri klasik muhalefet. Hükümetin kuruluşundan Ocak ayına kadar yapılan muhalefet, her hükümete karşı uygulanabilecek bir muhalefettir. Ama 1 Ocak 1997’den hükümetin istifasına kadar yürütülen muhalefet organize muhalefettir.

-Bu organize muhalefetin altyapısı nasıl kuruldu?

Şimdi Refahyol hükümeti öyle bir icraat yapıyor ki, işçiye, memura, köylüye, esnafa, emekliye veriyor. Toplumda birdenbire bir rahatlık oluşuyor.

-Sonradan sesini yükselten askerlere de zam yapıyorsunuz.

Hepsine veriyor. Bu veriş karşısında TÜSİAD tavır alıyor. Az çok memleketin halini biliyor, Refahyol bu haliyle RP’ye yarar. Bunlar ilk seçimde tek başına iktidar olur. Bu kanaati teyit edebilmek için bir araştırma yapıyorlar. RP’nin bu yükselişi nereden geliyor? İmam hatipler ve Kur’an kurslarından başlıyorlar. Yanı sıra yeşil sermaye dedikleri Anadolu sermayesinin hareketliliğine bakıyorlar. 4-5 senelik grafikler çiziyorlar. RP’nin oy oranlarını yıllara göre dağıtıyorlar. Bakıyorlar ki paralel gidiyor.

-Yani, işadamları raporlarıyla Refahyol’un yükselişini sadece Kur’an kursu ve imam hatiplere mi bağladı?

Öyle düşünüyorlar. Hatta Yalçın Doğan’ın köşesinde ilk kez ortaya attığı ‘RP’nin arka bahçesi imam hatiplerdir’ tartışması başlıyor. Necmettin Erbakan ve partiyle uzaktan yakından alakası yoktur halbuki bunun. Grafiklere bakıp, “2000’de yüzde 35, 2005’te yüzde 66 oy alacak bu RP.” diyorlar. Sonra Refahyolu bertaraf planları başlıyor.

-Kapanmasaydı RP’nin bu oyu alabileceğini düşünüyor muydunuz?

Tabiatıyla. 2002 seçimlerinde alınan oy oranı belli. Saadet Partisi ile AKP’nin oylarını toplayın, yüzde 35 çıkar. Şimdi onlar bu planı yaparken yararlanacakları bir imkân da var ellerinde. Her bir TÜSİAD üyesi kuruluşun bünyesinde emekli bir general var. Böylece TÜSİAD, RP’yi bir irticai tehdit olarak değerlendirip, emekli generallerle birlikte Genelkurmay’ı da harekete geçirmeye başlıyor. Dikkat ederseniz, hiçbir hükümet zamanında rastlamadığımız bir muhalefet türü ortaya çıkıyor. Bir askerî yetkili muhalefeti. Tam 1 yıl sürüyor. Her gün gazetelerin manşetine bir askerî yetkili dedi ki, dedi ki, dedi ki...

BÇG’NİN ALTYAPISI ATİNA’DA KURULDU

-Refahyolu yıkan ‘bir askerî yetkili’ muhalefeti miydi?

Onu ifade etmeye çalışıyorum. Sonra ne yaptılar? TÜSİAD her yıl ocak ayında son toplantısını Ankara’da yapardı. O yıl toplantı Ankara yerine Atina’da yapıldı. Türk-Yunan İşadamları Konseyi toplantısı adıyla. Oysa bu toplantıya Türkiye’den TÜSİAD, TOBB üyeleri, sanayi odalarından işadamları katıldı. TESK, DİSK, TÜRK-İŞ başkanları, Aydın Doğan, Dinç Bilgin vardı.

-Niye Yunanistan seçildi?

Ee gizli toplantı olabilmesi için. Atina Büyükelçiliği’nde, tabiatıyla gizli bir toplantı oldu. Toplantının hemen akabinde, o zaman bizim dikkatimizi çekmemişti, ben kitabımı yazarken fark ettim; gazetelerde (Hürriyet, Sabah, Milliyet) tek sayfalık ilânlar yayımlanmaya başladı.

-Ne vardı o ilânlarda?

Susurluk kamyonu plakası konmuş en üste. Bir gün üniversiteler, öğrencilere, halka, sonra Meclis’e, memura hitap ediyor. En altta da yazıyor: Yarın Türkiye başka bir Türkiye olacak. En alta da ‘benim radyom var dinliyorum, televizyonum var izliyorum, gazetem var okuyorum’ yazılmış. Bu sloganlarla bir sivil hareketin oluşturulmasına başlanmış. Biz farkında değiliz. Bir hafta sürüyor bu… 22 Aralık 1996’da Ertuğrul Özkök’ün köşe yazısı geliyor: Bu sefer sivil kuvvetler halletsin. Bir askerî yetkiliyle yapılan görüşmeyi burada naklediyor. Refahyol hükümetine karşı bir şey yapmak gerekiyorsa, bu sefer sivil kuvvetler halletsin, deniliyor.

-Altyapı hazırlanıyor yani?

Evet. Yani bizim ancak elimize geçen bir evrakla mayıs ayının başında vâkıf olduğumuz BÇG meğerse o tarihte oluşturuluyormuş.

-Atina toplantısında mı oluşturulmuş?

Evet o zaman oluşturulmuş. Bunun neticesinde de, hatırlayacaksınız, ocak ayından itibaren yeni bir muhalefet başladı. Tarikatlar vs. gündeme geliyor.

-Yasal bir yapılanma mı ki BÇG’den raporlar geliyor? Değilse neden lağvedilmedi, müdahale edilmedi buna?

Yasallıkla alakası yok. Kimsenin bilmediği bir konu... Sonra olaylar başlıyor. Bu organize muhalefet sırasında tam 15 ayrı strateji uygulandı. Özellikle hükümeti iş başından uzaklaştırabilmek için uygulanan projelerdi bunlar. 10 tanesi tamamen DYP üstünde odaklanmış projelerdir. Vekilleri Refahyol’dan ayırmak, Çiller’le milletvekilleri arasındaki gerginliği artırmak, DYP’li bakanları istifa ettirmek için her şey yapıldı.

-Ardından tarikat hadiseleri başlıyor...

Evet tarikat olayları başlıyor. Aczmendiler. Hani nerede Aczmendiler şimdi? Yok. Müslüm Gündüz, Fadime Şahin. Bu olayın tamamen JİTEM tarafından düzenlendiği Zaman gazetesinde yayınlandı. Sisi itiraf etti, “JİTEM beni kullandı.” diye. Sonra 11 Ocak’ta başbakanlıkta bir iftar verilecek. Kime verilecek? Diyanet İşleri Başkanı ve diyanet camiasına. Onun yanında maruf manevi zevata. Davetiyeler gönderilerek Başbakanlık konutunda iftara davet ediliyorlar. Ama iftar verilmemiş. 11 Ocak gazetelerine baktığınızda “Tarikat şeyhlerine iftar” manşetleri atılmış. İftar şeyhlere değil ki, bu dediğim zevata veriliyor. Çarşaf çarşaf adını bile duymadığımız kişilerin, tarikat şeyhlerinin listesi. Ama daha iftar verilmemiş.

-Raporlar gazeteler üstünden mi açıklanıyor?

Daha baştan. Bu şekilde ilan edilmiş. Süleyman Demirel de diyor ki, 28 Şubat Genelkurmay’a gidişimle başladı.

-Siz ne diyorsunuz? Ne zaman başladı?

Erol Özkasnak bir televizyon programında (Cevizkabuğu) 11 Ocak tarihinde Cumhurbaşkanı’nın Genelkurmay Başkanlığı’na davetimizle 28 Şubat hareketi başladı diyor. (Kazan, Demirel’in 17 Ocak tarihinin yanlış olduğunu söyleyip düzeltiyor.) Ben aldım gazetelere baktım, iftar verilmemiş. Ama o gün bütün gazetelerde tarikat şeyhlerine iftar diye manşette konu. Demek oluyor ki, bu manşetleri Genelkurmay’daki bir merkez, işte BÇG, onlara dikte ettirmiş. Bu başlıklar böyle atılmış. Süleyman Demirel böylesine harekete geçirilmiş.

-Yalan haberlerle, Demirel tuzağa mı düşürüldü diyorsunuz?

Şimdi tuzağa düşürüldü sözünü inanarak söylemem mümkün değil. Çünkü Demirel’in de işin içinde olduğunu tahmin ediyorum. Kitabımda yazdım, hükümetin kurulmasından sonra Demirel, memnuniyetsizliğini ifade ediyor; “Erbakan’a hükümet kurma görevini kerhen verdim.” diyor. Ocakta TÜSİAD raporu açıklandı. Prof. Dr. Doğu Ergil’in güneydoğu raporu gibi takdim edildi. Halbuki öyle değil, demin bahsettiğim neticeleri ortaya koyan rapordu bu. Bu rapor üzerine 27 Ocak’ta bütün komutanlar (orgeneraller) Gölcük’te harp oyunu adı altında bir toplantıda bir araya geldi. Bu konuları ve ne yapacaklarını değerlendirdiler. Şubat’ta Sincan’da meydana gelen olaylar (Kudüs Gecesi) bu çalışmaların üstüne adeta bir benzin gibi dökülmüş oldu. Ardından 28 Şubat’a adım adım yaklaşıldı.

-Ne oldu MGK toplantısında?

MGK toplantılarında önce üç rapor okunur, MİT, Genelkurmay ve Emniyetin istihbarat raporları. Varsa bazı yetkililerin görüşleri alınır. Ondan sonra onlar çıkarılır, konu görüşülür. Zaten 28 Şubat gündemi aslında Aralık ve Ocak toplantılarında görüşülmek isteniyordu. Ama görüşülmedi, 28 Şubat’a bırakıldı.

-Demirel, Erbakan, Çiller ve Karadayı 10 dakika ön görüşme yapıyor. Ne konuşuluyor? Çiller ve Erbakan ezik olarak mı içeriye alındı?

Hiçbir alakası yok. Bir araya gelenler devleti yönetenler zaten. Bütün canlı yayın araçları Köşk kapısında. Fevkalade gerginlik var. Herkes işini gücünü bırakmış buraya odaklanmış. Bir MGK toplantısında bir yanlış hareketin, asabi hareketin nelere mal olabileceği Bülent Ecevit ile Sezer’in Anayasa kitapçığı krizinde görüldü. O nedenle bu dörtlü arasında meseleleri ağır başlı bir şekilde tartışalım, ülkeyi germeyelim, şeklinde bir görüşme yapılmış.

-İçeride ne konuşuluyor?

Askerlerin sözcüsü Güven Erkaya, irtica konusunda aklına ne gelirse söylüyor. Nereden hangi rivayetleri duyduysa gerçek gibi ortaya koyuyor. Raporlar da okunmuş bitmiş. Gece saat 10’u bulmuş. Demirel sesini çıkarmıyor. Erbakan Hoca tek kalmış. Tansu Çiller de diğer bakanlar da hükümet açısından bir görüş belirtmiyor. O arada Genelkurmay tarafından MGK kararı olarak kabul edilsin diye 18 maddelik bir metin okunmuş.

-Kimse eleştirmiyor mu?

Sadece Erbakan Hoca. Ki bu tip toplantılarda hep o son sözü alır. Erbakan, Anayasa’yı açıyor. Laiklik tehlikede diyorsunuz... Anayasanın ikinci maddesini okuyor. Bakın diyor, devletin yapısı; sosyal, demokratik, laik bir hukuk devleti. Ama onun üstünde bu dört unsuru çerçeveleyen başka unsurlar da var. Toplumun huzuru, insan haklarına saygı ve adalet anlayışı. Bunların içinde bir laiklik yok. Sizin bu dediğiniz kararlar alınırsa ne olur? Toplumun huzuru bozulmuş olur. İnsan hakları saldırıya uğramış olur. Bunları kabul etmek mümkün değil, diyor. Bu maddelerin kabul edilmeyeceğini açık seçik bildiriyor.

-Yani EK-A MGK ana bildirisine girmiyor?

Evet, bunun üzerine efendim bunlar gereklidir, şudur budur. O zaman tartışalım diyor Erbakan. Sabaha kadar tartışalım, yarın da devam edelim. Sonra Demirel devreye giriyor; efendim toplantı gereği kadar uzadı, ülke bir beklenti içinde… MGK’yı daha fazla devam ettiremeyiz, bu konuyu burada kapatalım. 18 maddelik teklifi MGK Genel Sekreterliği toplasın. Bunu MGK kararıyla birlikte hükümetin incelemesine göndersin, diyor. Bunun üzerine olumlu bir hava meydana geliyor. Ve MGK bildirisi hazırlanıyor her zaman olduğu gibi. 4 maddelik bir bildiri. Ve o bildiri basına dağıtılıyor. Ertesi gün, MGK kararları böyle olur, genel sekreter üyelere imzalatmak için, önce Başbakan Erbakan ile görüşüyor. Bu arada dışarıdan baskılar başlıyor. Efendim 18 maddeyi MGK bildirisi yapalım. Şiddetle karşı çıkılıyor. Üç dört gün imzalanmıyor bu. Psikolojik bir harp başlıyor. O arada Erbakan Hoca, demokrasinin tehlikede olduğunu göz önünde bulundurarak; kendi kurmaylarıyla konuştuktan sonra diğer partileri ziyarete çıkıyor. Demokrasiye sahip çıkmaya davet ediyor. Ne Ecevit destek veriyor, ne de ANAP.

-Çiller de yanından uzaklaşıyor...

Hayır, Çiller bizim yanımızdan uzaklaşmadı. Sonuna kadar sözüne sadık kaldı. 5. gün Erbakan Hoca, eğer MGK kararı olarak bir karar imzalatmak istiyorsanız, o açıkladığınız bildiriyi getirin imzalayayım. Yoksa 18 madde MGK genel sekreterince imzalanıp gönderilecek. Bunu biz ayrıca dikkate alırız, diyor.

-Erbakan net bir tavır koydu diyorsunuz.

Tabiatıyla. Ve o dört maddelik karar imzalanmıştır. 18 madde ek olarak gelse bile MGK genel sekreterinin önerileri ifadesiyle gelmiştir. Ama medya bunu sanki Erbakan 18 maddeyi imzalamış gibi yansıtmıştır.

-Karar metinleri o gün kanuna aykırı olmasına rağmen basına sızdırıldı diyorsunuz. Kim sızdırdı?

BÇG içinden tabii ki. MGK’ya katılan komutanlar vasıtasıyla sızdırılıyor. Başkası sızdıramaz.

-Siviller yapamaz mı?

Siviller kimdi? DYP bizim işimize böyle geliyor dese, kendi bindiği dalı kesmiş olacak.

-Demirel, MGK bildirisine ‘mütedeyyin insanlar rahatsız edilmesin’ ibaresi ekleyip raporu yumuşattım diyor.

Hiçbir şey yapmadı. Demirel sadece uzaktan seyrediyor ve keyifle gülüyor.

-O da ihtilallerin mağduru değil mi?

Olsun. O hiçbir zaman Erbakan’dan hoşlanmamış. Ona başbakanlık görevini kerhen vermiştir. Sözünde samimi değil. Ve bu krizin amilidir kendisi.

-Tek amaç imam hatipler ve Kur’an kursları mıydı?

Tek maksat, Refah’ın yükselişini önlemekti. Bunun için de madem ki bu kaynaklardan oy sağlıyor, destek görüyor, bunu kurutalım dediler. Buna eğildiler.

-Erbakan’ın 26 Mart 1997 askerî şûra toplantısından sonra bir sözü var. (İrtica eylemleri adıyla bir film gösteriliyor) Bu filmler istihbarat amaçlı değil, yönlendirme amaçlı diyerek MOSSAD’a işaret ediyor. 28 Şubat, uluslararası örgütlerin de katıldığı bir operasyon muydu?

Elbette. Erbakan hoca, askerî şûrada özellikle istihbaratımızın MİT demiş olmamıza rağmen, kaynağının milli olmadığını ifade etmeye çalışmıştır. Çünkü MİT’in istihbaratı, MOSSAD ve CIA üçlü oluşumun raporlarıyla meczedilir. MOSSAD, CIA Türkiye’de manevi kalkınma ister mi? Türkiye’nin Müslüman komşularıyla iyi münasebetler kurmasını, bunun gelişmesini ister mi?

-Deliliniz var mıydı peki?

Yakaladığımız deliller var. Erbakan bunların hepsini orada anlattı. Aczmendiler nerede şimdi? Düzmece bunlar. Atatürkçü kız? Nerede bu kız? İmam Hatipliler yürüyüş yapıyor. Yan taraftan Atatürkçü kız diyorlar, ABD’den İzmirli bir Yahudi’nin kızını getiriyorlar. Gazeteler günlerce manşet yaptı. Bu kızın ne işi var burada, niye sabote ediyor yürüyüşü? Bütün bunlar Türkiye’de oynandı, oynanıyor.

-28 Şubat kimin eseriydi?

TÜSİAD’ın, dış güçlerin, Demirel’in. O, aktörlerden biri. Demirel bunu planlayamaz. Ama planlanan projeye elinden gelen desteği sağlar.

-Bugünlerde derin devlet tartışması başladı. Derin devlet 28 Şubat’ın neresindeydi?

Bizde bir söz vardır: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe. Devlet, devlet olmalı. Devletler, bir coğrafyada insanların can, ırz ve namus güvenliğini sağlamak zorundadır. Devletlerin kuruluş hikmeti budur. Ülkede yaşayanlar huzur içinde yaşasın. Kim koruyacak? Devlet. Bunun dışında kendilerinden oluşan birtakım güçlerle bu değerler korunmaya çalışılırsa anarşi doğar.

-Derin devlet bu mu?

Derin devlet bu güçlerin arkasında birtakım grupların, kişilerin, oluşumların, organize ya da gayri organize olarak ben devleti koruyorum havasında elinde silahla meydana çıkması. Önüne geleni düşman deyip vurmasıdır. Böyle derin devlet olunmaz. Bu hareketi yapanlar alt tarafta organize oluyorsa, devletin resmi güçlerinin yerine meydanlarda bunlar at koşturuyorsa derin devlet dedikleri budur. Devlet bir tanedir. Derini olmaz, tam tersine devlet, devlet olur. Başta olur.

-28 Şubat’ta derin devletin ayak izlerine rastladınız mı?

Az önce bahsettiklerim bir derin devlet çalışması. TÜSİAD öyle, BÇG aynı.

-Erbakan, 28 Şubat’tan birkaç ay önce yakınlarına ABD kaynaklı bir Türkiye raporundan bahsediyor. Sonra da diyor ki, bunlar bizi iktidardan indirecekler. Nedir bu rapor? ABD’nin gidişattan memnun olmadığını belirten uyarılar mı almıştınız?

Hayır, benim haberim yok. Kitabımı yazarken, Erbakan’ın ABD’den bir dostu (Mustafa Tahan) hükümetten ayrıldıktan sonra konuyu değerlendirirken Policy Watch (Siyasi Gözlem) dergisindeki birtakım makalelerden bahsetti. Bu dergide Alan Makovsky’nin makaleleri var 7 tane. Bunların en enteresanı şu. 8 Temmuz 1996 tarihinde güvenoyu almıştık. 18 Temmuz, yani 10 gün sonra Washington Enstitüsü’nde bir panel düzenleniyor. Burada Makovsky ile Ian Lesser sunum yapıyor. İkisi de Musevi. Yahudi lobisinin başında. Oradaki mütaalalarında diyorlar ki, Erbakan’ın başbakanlıktan en kısa sürede uzaklaştırılması lazım.

-Net söylemişler mi bunu?

Evet aynen. Neden peki? Çünkü Erbakan İsrail ve ABD lehine değil, millî politikaları tercih edecek. İki proje öneriyorlar. Biri hükümeti başarısız kılma, ikincisi yenilikçi hareket. Refah’ta olmadı, ama Fazilet’te görülen budur. Burada birincisinde hükümeti başarısız kılalım diyorlar. Nasıl yapacağız? Bunlar nasılsa kriz devraldı. IMF’den para istediğinde verilmeyecek, ABD, Avrupa kapıları kapatacak. Suudi Arabistan’dan yardım isteyecek Erbakan. Destek vermeyin diyecekler. Yardım yollarını kapatacaklar. Tansu Çiller bunu görecek, hükümetten ayrılacak.

-28 Şubat’ta biliyor muydunuz bunu?

Hayır, sonradan bu makalelerden öğrendik. Şimdi bu beklentilerin tersi oldu. Hükümet başarılı oldu, IMF ile yolları ayırdı. Borcumuz borçtur, milli ekonomi uygulayacağız, dedi. Havuz sistemi vs. 100 alana 230’a varan zamlar yaptı. Başarılı oldu. Başarılı olunca sıra nereye geldi. Yenilikçi gelenekçi. RP’nin TÜSİAD raporu oraya da gidiyor. Rant Table’a gönderiyorlar. Türkiye temsilcisi kim, Jack Kamhi. Araştırdığınızda görürsünüz TÜSİAD’ın nesi olur bu kişi. Bu rapor aynen gidiyor. MGK’dan sonraki 18 maddeyi planlayan da orası. Türkiye’nin içini dışını biliyorlar. Hükümet başarılı olunca RP’yi bölmek diye öne çıkıyor iş. Talat Halman’ın Hürriyet 30 Nisan tarihli makalesi var. Bölemediler ama Fazilet’ten sonra bunu başardılar. Biz kenara çekilince meydan boş kaldı. Yenilikçi gelenekçi akımı harekete geçirildi. Fazileti de kapattılar. Otomatikman istedikleri parti kuruldu.

-12 Eylül’de CIA’nın bizim çocuklar hadisesi. 1950’lerde İran’da Musaddık’ın millî petrol politikaları darbelerle bitmiş. 28 Şubat’ta da böyle bir bağ mı görüyorsunuz?

28 Şubat’ta mesela bir olay var. Bütün bu muhalefet 1 Ocak’ta başlatılan organize hareketlerin süresi içinde 24 Ocak’ta başbakanlık konutunda Türkiye’nin kalkınma projesini açıklıyoruz. Ekonomi düzelmiş, kriz yok. Her şey rayında, bütçe denk. Sadece irtica gürültüleri var. Erbakan toplantı düzenliyor. Köşe yazarları orada. 118 milyar dolarlık projeleri açıklıyor. Hava meydanları, limanlar, hızlı tren projeleri, kalkınma hamleleri var. 25 Ocak’ta köşe yazarları methiye düzüyor Erbakan hükümetine. Bunlar yapılabiliyordu da niye şimdiye dek olmadı diyorlar. Bir gün sonra Genelkurmay’a çağrılıyor bütün yazarlar. Biz bu hükümeti iş başından uzaklaştırmaya çalışıyoruz, siz bu yazılarla adeta destek veriyorsunuz diyorlar. Bu neyi anlatıyor. Organize muhalefetin nasıl çalıştığını anlatıyor. BÇG şeması var.

-Nedir o şema?

MGK yoluyla baskı uygulama, rantiyeci medya, kartelci sermaye ile yapılıyor. Atina’da niye Aydın Doğan, Dinç Bilgin var. Aydın Doğan, Refahyol hükümetinden sonra Erbakan Hocanın daveti üzerine geldi de, Erbakan, Fehim Adak, ben, Aydın Doğan dört kişi yemekli bir toplantı yaptık. Efendim böyle böyle, siz borçlar üzerine öyle bir baskı yaptınız ki, biz de çaresiz kaldık dedi Aydın Bey. Bu mutlu azınlık, muhalefet partileri, Ecevit, Mesut Yılmaz adeta kararları destekler mahiyette tavır sergiledi. Gelin demokrasiyi koruyalım diye çağrılara kimse sahip çıkmadı. Sivil kuruluşlar ADD mesela, Çağdaş Kadınları Destekleme Derneği, bunlar o dönemin aktörleri hep.



ÇİLLER BAŞÖRTÜSÜNÜ YANLIŞ ZAMANDA GÜNDEME GETİRDİ

-MGK’nın son dakikalarında Sincan ve türban konuları da metne girsin diye asker bastırıyor. Niye türban bir gerginlik konusu haline geldi/getirildi?

Üniversitelerde türban serbestti, sorun yoktu. Hükümetimiz süresince de olmadı. O sorunun kaynağı ayrı. Üniversiteden mezun olanlar memuriyet yapmak istiyor. Ama türbanları engel. Mesela ben Adalet Bakanı olduğum zaman hukuk fakültesinden mezun bazı hanım kızlarımız başörtülü olarak avukatlık yapıyordu. Onların avukatlıklarını elden alabilmek için benden önceki bakan Barolar Birliği kararını mesnet gösterip bir genelge çıkarmış. Başörtülü avukatlar dava izleyemeyecek, duruşma ve icra takip edemeyecek, diye. Gelir gelmez bu yasağı kaldırdım. Serbest bırakmak yeterli değildi, kamuda türbanlı çalışmak isteyen birtakım bayanların rahatsız edildiği konuyu ortadan kaldırmak için hükümet kurmadan DYP ile görüştük.

-Refahyol kurulmadan başörtüsü konuşuldu mu?

Evet ortaklık protokol şartları konuşulurken. Üniversitedeki serbesti kamuda da olsun. İnsanların çalışması, bu hakkın onlara tanınması lazım. Bu antidemokratik bir yasak. Bunu protokole koymayalım, müsait zamanda çıkaralım diye ‘sözlü olarak’ anlaştık.

-Niye acele edildi o zaman?

Şimdi bazı şeyler var ki, hükümet olur olmaz çıkarılması lazım. Bunu ilk etapta yapamazsanız, öyle engeller çıkarırlar karşınıza ki başarılı olamazsınız. O bakımdan biz bunu baştan yapalım dedik. Adalet Bakanlığı’nda yaptığımız gibi. Hiç de tartışma konusu olmadı. Tansu Çiller bunu geciktirdi, geciktirdi... Tam organize muhalefetin planı çalışmaya başladığında, 1 Ocak’tan itibaren gündeme getirdi. Kendi ağzıyla üstelik.

-Hata mı yaptı Tansu Hanım?

Evet hataydı.

-Meral Akşener, İlhan Kılıç’la oturup memurların hangi tipte örtüneceğinin çizimlerini yaptırdık diyor. Çizimleri gördünüz mü?

Olabilir. Çizimlerle bitmez iş.

-Askerler de kabul etti anlamında söylüyor.

Hayır. Askerler nasıl kabul edecek? Garnizonun kapısından kimseyi sokmuyorlar. Genel hatlarıyla konuşuldu, önce kabul edildi. (Refahyol ortaklarını kastediyor) Tamam dendi. Ocak, şubat ayına gelindiğinde basında çıkmaya başladı. Sonra çözüm imkânsız hale geldi.

-Meral Akşener bayan olmasına rağmen hakarete varan tehditler almış. Refah kanadındaki bakanlara da tehdit geldi mi?

Hiçbir zaman. Bize ne telefon, ne tehdit gelebilir. Gelirse de gereğini yerine getiririz. Nitekim böyle uzaktan konuşurcasına, gazel okur gibi, Erbakan hacca gitmişti, bir komutan konuşma yaptı. (Osman Özbek) Milli Savunma Bakanlığı konuşma üzerine soruşturma başlatacağı yerde sessiz kaldı. Konu atıl kalınca hemen harekete geçtim, Adalet Bakanı olarak Nisan’da Erzurum savcılığı vasıtasıyla tahkikat başlattım. Tahkikat askerî savcılığa intikal etti. Önemli olan tahkikatın başlamasıydı. Onu MSB yapacaktı. Ben yaptım. Turhan Tayan basına açıklama yaptı hatta, yetki benimken Kazan niye karışıyor, dedi.

No comments: