Saturday, August 25, 2007

“80 öncesının rövanşı alınıyor !"

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=17523

Aydoğan Vatandaş - Aksiyon , Sayı: 161 - 03.01.1998



“80 öncesının rövanşı alınıyor !”


“80 öncesının rövanşı alınıyor!”


Bundan 50 yıl sonra tarihçiler 1997 yılını incelediklerinde oldukça ilginç bir tablo ile karşılaşacaklar kuşkusuz.


Her gün darbe söylentilerinin ayyuka çıktığı, devlet—mafya ilişkilerinin gazetelerin birinci sayfalarına taşındığı, yüzlerce yıllık gerginliklerin hortladığı ya da horlatıldığı, safların belirginleştiği, suikastlerin toplumu adeta paranoyaklaştırdığı o dehşetengiz 1997 yılı...Yıllar sonra 1997 yılına bakıldığında tüm bu olayların kalbinin attığı yerin tam ortasında bir isim diğer isimlerin arasından sıyrılıp dikkat çekecek. Kimilerinin nefreti, kimilerinin aşkı, Bülent Orakoğlu’nun, “birçok erkekten daha erkek” olarak tanımladığı Meral Akşener’le her şeyi yeni baştan görüştük....

— Meral Akşener kimdir? Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Fakir bir köylü kızıydım. Kocaeli Mimar Sinan Ortaokulu ve Bursa Öğretmen Okulu’nun ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdim. Üniversite yıllarımda farklı kesimlerden insanlar tanırdım. Dev—Sol’un hızlı isimlerinden Paris’te yine Dev—Sol tarafından öldürülen Paşa Güven’i tanıdığım gibi, o dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Mehmet Gül’ü de, Ali Yasak’ı( Drej Ali) da tanırdım. Bunların çok yakın arkadaşım olduğunu söylemiyorum ancak tanıdığım insanlardı.

— Abdullah Çatlı’yı tanır mıydınız?

İsmini hep duyardım, ancak aynı ortamda hiç bulunmadık. Öğrencilik dönemimde ilginçtir, Abdullah Çatlı’yı çok meşhur bir isim olarak hatırlamıyorum. Meşhur olması 12 Eylül sonrasına rastlar. 12 Eylül sonrasında Abdullah Çatlı’nın ASALA’ya karşı yürütülen operasyonlarda yeraldığını, hatta, ASALA lideri Agopyanı Atina’da öldürdüğüne, devletin önemli birimleri ile birlikte çalıştığına dair çok şeyler duyardık. 12 Eylül sonrasında herkes bir tarafa dağılmış, iş hayatına başlamıştı. Bunları arkadaşlardan duyardım. Çatlı o sıralar Ankara’da idi. İsmini bu yıllarda duymaya başladım. Onunla ilgili bir çok olay anlatılırdı.

— Ülkücü camia ile tanışmanız nasıl oldu?

Ağabeyim Kocaeli MHP İl Başkanı idi. 60 ihtilalinden sonra, İnönü dönemine kadar, baba tarafım koyu bir CHP’liydi. Annemin ailesi ise DP’nin kurucularından. Bu farklı iki aile 60 ihtilalinden sonra AP’ye kayarken, gençleri de MHP’ye kaydı. Başlarda CHP’yi desteklemeleri ideolojik sebeplerle değil Cumhuriyeti kuran parti olmalarından kaynaklanıyordu. CHP’nin ideolojik bir kimlik kazanması özellikle Ecevit ile birlikte başlamıştır. Benim bulunduğum köyde, çok ilginçtir, İşçi Partisi’nde görev yapan, CHP’nin daha sol kanadında görev yapan akrabalarım da var. Okuma oranı yüzde yüzü, üniversite mezunu oranı yüzde 70’i bulan bir ortamdan geliyorum. Bursa Öğretmen Okulu’nda çok iyi bir eğitim ve formasyon aldık. Bütün hayatım boyunca hep bir politik tavrım olmuştur. Bizim zamanımızda ot denilirdi. Asla ot olmadım. 15 yıl üniversite öğretim üyeliğim süresince, şöyle bir dönüp baktığımda, hiç bir öğrencim politik yaklaşımlarından ötürü benden zarar görmemiştir.

— Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşimle lise yıllarında tanışırdık. Komşumuzun oğluydu. O zamanlarda eşim Maocuydu. Doğu Perinçek’in dergilerini satardı. Şimdi DYP’li. Ticaretle uğraşıyor. Yap—Sat şeklinde inşaat yapıyor. Ne belediyeyle, ne devletle, ne de bir ihale ile ilişkisi var. Bunun altını çiziyorum.

Mücadelenin içinden geldik

— Siyasete girişiniz nasıl oldu?

Bizim dönemimiz çok ilginçti. Bizler sağcısıyla—solcusuyla 18 yaşında Türkiye’yi değiştirmeye kalkan bir nesiliz. İnanarak bir mücadeleye girmiştik. Dehşet bir dönemdi. O yıllardan çok şey öğrendim. Öyle bir sıkıntılı dönemden geçmeseydim bugünkü sıkıntıları göğüsleyemezdim. Çevrem bana aktif politikayı uygun görürdü. Doğrusu benim bu konuda herhangi bir çabam olmadı. Bulunduğum her yerde, doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Dolayısıyla politikayı bir hayat tarzı olarak görüyorum. 1993 yılının kasım ayında Tansu Hanım’ın 95 mahalli seçimleri için kadın adaylar göstereceği söyleniyordu. Kocaeli DYP teşkilatı bana böyle bir teklif getirdi. Ağabeyim de 80 sonrasında politikadan uzaklaşmış, hiç bir parti ile bağlantısı kalmamıştı. Çok aktif bir insandım. DYP başka partilerden de teklif geldiği için kabul etmeyeceğimi zannediyordu. Kabul ettim ve aday adayı oldum. Sonra çok büyük mücadele başladı. 475 delege ile el sıkışıp hepsinin eşlerini arayarak ilk defa parti çalışmasının ne anlama geldiğini anladım. O zamana kadar genel başkanı tanımıyordum. Aday olduktan sonra Tansu Hanım’la tanıştım. Gerçi benim eşim Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Bir dönem Tansu Hanım’dan ders almış. Ama o kalabalık sınıflarda eşimi tanıması çok zor. Tansu Hanım’ın ilk dikkatini çekişim sanıyorum Ankara’da oldu. Genel Merkez’de diğer kaybeden adaylarla bir toplantı yapılacaktı. Herkes elinde dosyalarla gelmişti. Benim elimde hiç bir şey yoktu. Tansu Hanım çok şaşırdı. Benim görevim Belediye Başkanlığı’nı getirmekti. Bunu yapamadığıma göre dosyalarla gelip açıklama yapmamın da pek anlamı olmadığını söyledim. Ne yapmak istediğimi sordu? Ben de istifa edeceğimi söyledim. Bürokraside görev almak isteyip istemediğimi sordu. Hayır dedim. Aktif politikada yer almak istediğimi söyledim. Ankara’ya gelir misin dedi. Sonra şu içinde bulunduğumuz vakfı hayata geçirmemi istediler. Ben de kağıt üzerinde olan bu projeyi hayata geçirdim.

İmanla korku aynı kalpte bulunmaz

— Aktif politikaya girmenizle birlikte çok yoğun ve stresli bir süreç başladı. Geçtiğimiz yıl yaşanan, gerek Susurluk olayı, gerek 28 Şubat sonrası kararları, gerekse Sarmusak olayı ile olukça zor günler geçirdiniz. Hanefi Avcı, 32. Gün Haber Programı’nda sizin bir askeri yetkili tarafından tehdit edildiğinizi söyledi. Acaba hiç politikaya girmeseydim dediğiniz oldu mu?

Türkiye’yi sosyolojik anlamda tanıyabilmek için bizim kuşağı çok iyi tanımak gerek. Türkiye’yi siyasi harita olarak tanımak isteyenler, solcusu ile, ülkücüsü ile, bizim yaş grubunu bilimsel anlamda tanımak durumundadır. Bizden bir önceki kuşak daha fikri, ideolojik platformda bir mücadele geçirmiş. Bizim yaş grubumuz yani 55—59 arasında doğan gençler fikirle sokağı bir arada yaşadılar. Mücadele ettiğimiz, hayata geçirmek istediğimiz fikri okuduk, tartıştık ama aynı zamanda sokak kavgalarında yaşadık. Dolayısıyla en fazla bedel ödeyen kuşak bizim yaş grubudur. O yüzden hem fiziksel anlamda hem psikolojik anlamda inanılmaz dayanıklıdır. Sedat Ergin bir yazı yazdı; sözde bir MGK toplantısında bazı dosyaları toplantı masasında unutmuşum. Olacak bir şey mi bu? Konuşursam çok ağır konuşurum. İçişleri Bakanlığım boyunca, o kadar şey oldu. Ancak hiç konuşmadım. 15 yıllık üniversite hocalığım boyunca tek bir kez bile sınav kağıtlarını çocuğum bile görmemiş. MGK ile ilgili dosyaları nasıl toplantı masasında unutabilirim. 80 öncesinde kelle koltukta bir mücadeleye girmişiz biz. Haklılığını haksızlığını tartışmıyorum, böyle bir yapıdan geliyoruz. Türkiye’nin yönetici grubu bizim yaş grubudur. Şimdi devlette de, sivil sektörde de böyle. Onun için mücadele sert geçiyor. Şimdi 80 öncesinin rövanşı alınıyor. Taraflar bu olayın her yanını bilen insanlardan oluştuğu için mücadele oldukça sert geçiyor. İçişleri Bakanlığım boyunca oldukça stresli günler geçirdiğim doğrudur. Çok büyük haksızlıklara maruz kaldım, özellikle basın tarafından. Eşinin başörtülü annesiyle aynı evde oturan bir İçişleri Bakanı’nı içlerine sindiremediler bazıları. Biz halkız ve onlar bizi aralarında görmek istemiyorlar. Belki de bütün mesele bu. Sarmusak olayında da herkes gördü. Emniyet İstihbarat yetkilileri görevlerini yapıyor ve bunun bir sorumlusu varsa o da benim dedim. Darbeyi önledim demiyorum. Yapılması gereken neyse o yapıldı. Batı Çalışma Grubu için “Yasal Dayanağı olmayan” ifadesini kullandım çünkü yoktu. Güven Erkaya bu grubun “iller kanununa” göre oluşturulduğunu söyledi. Bir ilin başında vali bulunur ve her ne hikmetse bu grup “valileri” de izliyor. Olmaz böyle şey.

Bütün bunlara rağmen 80 öncesi yaşadığım o hazırlık döneminden ötürü çok büyük zorluklar geçirdiğim söylenemez. Ezilmedim. Bir çok ölüm tehdidi aldım. Hâlâ alıyorum. Nedense hiç biri bizzat beni arayarak tehdit etme cesaretini gösteremedi. Çünkü nasıl cevap vereceğimi çok iyi bilirler. Meral Akşener'i tehdit edebilirsiniz ama İçişleri Bakanı'nı tehdit edemezsiniz. Gençliğinde bu tür eziyetler görmemiş bir kadın olarak orada olsaydım çok daha büyük zorluklar geçirebilirdim. Açıkça söylüyorum hiç kimseden korkmuyorum. Çünkü iman ve korku aynı kalpte bulunamaz.

— 80 öncesinin rövanşının alındığını söylediniz. Susurluk olayına dikkatli bir gözle bakıldığında devlet içerisinde bir kadronun tasfiye edilmek istendiğini, bunda da başarılı olunduğunu gördük. Bu tasfiye operasyonu devlet bürokrasisinde olduğu gibi siyasi arenada, sivil toplum kesimlerinde de gerçekleştirilmek isteniyor gibi. Susurluk olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elimizde çok net bilgiler olmasa da Susurluk olayının bir kaza olmadığı şüphesini hep taşıdım. Kaza bile olsa söylediğinize katılıyorum, bu kaza kullanılmak istenmiştir. Bu kaza ile birlikte bazı gruplar yanlış bilgilendirilerek bazı siyasi amaçlara ulaşmak istenmiştir. Bürokraside, devlet dediğimiz bu mekanizmada farklı görüşte olan insanlar bulunuyor —bulunmalıdır da—. Basında da benzeri bir durum var. 80 öncesinde, gençliklerinde polisle, askerle başı derde girmiş insanların bugün basının kilit noktalarında olduklarını görüyoruz. Devletle kıyaslandığında basında sol kadrolaşma çok daha fazla. Susurluk’ta kim var? Abdullah Çatlı var. Abdullah Çatlı kim? Sivrilmiş bir ülkücü. Bahçelievler olayından sanık. Geçmişte Sosyal Demokrat bir polis şefi, bir de Güneydoğulu bir milletvekili. Bu çerçeveden baktığınız zaman görüntü insanın ilgisini çekecek kadar farklı ve ilginç. Buraya kadar tamam. Sonra Türkiye birdenbire bir paranoya ortamına girdi. Bazı basın yayın organları biraz önce değindiğim sebeplerden ötürü buna çanak tutarken, bazı milletvekilleri, partiler de bilerek ya da bilmeyerek buna kol kanat gerdi. Devlet içerisinde bir ‘çete’ var dendi. Şimdi eğer çete var derseniz bu çok ciddi bir iddiadır. Bunu isbatlamanız gerekir. Mesut Bey bir açıklama yaptı. Devletin içinde organize olmuş çeteler var dedi. Devletin içinde organize olmuş, illegal işler yapan suç örgütleri, yapılanmalar var derseniz bunu kanıtlamanız gerekir. Çünkü bu devleti yönetenleri zan altında bırakır devlet denilen mekanizmayı büyük oranda zaafa uğratır. Bu olay İtalya’ya benzemez. İtalya’da ortaya çıkan bir NATO örgütlenmesi olan ve başında P—2 mason locasının bulunduğu GLADYO’dur. Türkiye’de yıllardır sürdürülen bir kirli savaş var, Türkiye’nin bir tarafını koparmak isteyen, arkasına 7 düvelin desteğini alan bir grup var ve siz bir devletsiniz. Buradaki insanlarınızı koruyacaksınız, bazı süper güçler gözlerini bu bölgeye dikmişken siz her şeye rağmen direnç göstererek PKK’yı bertaraf edeceksiniz. Türkiye’deki durum ise budur. Buna rağmen çıkıp devlet içerisinde bir “çete” var diyeceksiniz. İlk fluluk böyle başladı. Doğu Perinçek’in iddialarıyla, Mesut Bey’in iddiaları örtüştü. Kısa süre sonra Özel Harekat Timleri sorgulanmaya başlandı, bunlara katiller sürüsü denildi. Bu insanlar Güneydoğu’da PKK’ya karşı savaşacaktı. Tabii ki milliyetçilik duyguları yüksek olan insanlar girecek bu timlere. Sosyalist herhangi bir arkadaşımız müracaat etti de biz mi almadık? Bizim tespit ettiğimiz şu oldu. Aynı merkezden yönetilen bir grup, psikolojik harp taktikleri ile devleti zaafa uğratabilmek için büyük bir mücadeleye girişmiştir. Bazı siyasiler farkında olmadan bu oyuna geldiler.

Büyük hata işliyorlar

—Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin değişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Devlete ya da devleti yönetenlerin değişen konseptine göre artık ülkücüler de PKK kadar tehlikeli addediliyor.

Öncelikle şunu söyleyeyim Türk milliyetiliği hiç bir zaman kafatasçı olmamıştır. Irkçı değildir. Bizdeki milliyetçilik ağırlıklı olarak dilin, tarihin, fikrin, Türkiye’nin muhafazası, teknolojinin alınması ve Türkiye’nin milli ve bağımsız bir siyasete sahip olmasında odaklanır. Türk milliyetçilerinin iç tehdit olarak değerlendirilmesi çok büyük hatadır. Eğer 80 öncesi rövanşı alınmak isteniyorsa birileri çok büyük hata yapıyor ve son derece yanlış oynuyor.

No comments: