Ali Bayramoğlu - a.bayramoglu@aksiyon.com.tr - Aksiyon , Sayı: 640 - 12.03.2007
Bir andıç skandalı ve basının içyüzü…  |       
Kendi toplumundan bu denli çekinen, kendi itibarını ülkenin itibarından üstte tutan, özgür ve farklı düşünceyi “tehlike” ilan eden bir askerî yapı, daha doğrusu bir askerî zihniyet olabilir mi?.. Genelkurmay’ın basın hakkındaki ‘andıç’ı, akredite olmayan gazete ve gazetecileri terörist eylemci ya da eylemcinin lojistik destekçisi gibi tanımlıyor ve itibarlarının düşürülmesini hedefliyor… Açıkçası ortada bir suç var. Ama bunun hesabını soramıyorsanız, bilin ki gerçek anlamda bir askeri vesayet sisteminde yaşıyorsunuz demektir…
Genelkurmay Başkanlığı’nın basın hakkındaki “andıç”ı gündeme bomba gibi düştü. Andıç, bir eylem planı ve bu plana yönelik genel bir değerlendirmeden oluşuyor.
Bu plana göre askerî otorite, Türkiye’deki basın kuruluşlarını dost ve düşman olarak, güvenilir ve güvenilmez olarak ikiye ayırıyor. Dost kuvvetleri bile içine sızmış “düşmanlar”ı bulup çıkarabilmek için yakından takip ediyor. Tespit ettiklerini hemen “güvenilmezler” listesine dahil ediyor.
Bunu yapabilmek için günlük gazeteleri, televizyon ve dergileri, bünyesindeki basın dairesi çerçevesinde satır satır takip ediyor.
Haber ve yorumları TSK karşıtı ve TSK yandaşı olarak ikiye ayırıyor.
Bununla da yetinmiyor yayın politikalarını, yazarların eğilimlerini resmî politikalara yakın ve uzak, dost ve düşman olarak tanımlıyor…
Türkiye’nin kaderi midir bu?
Kendi toplumundan bu denli çekinen, kendi itibarını ülkenin itibarından üstte tutan, kendisini devletle özdeşleştiren, özgür ve farklı düşünceyi “tehlike” ilan eden bir askerî yapı, daha doğrusu bir askerî zihniyet olabilir mi?
Bir ülkede silahlı kuvvetlerin ana gövde yapılanmasını kendi ülkesinden ve kendi toplumundan gelecek “tehlike”, “risk”, “tehdit” üzerine kurması doğal mıdır?
Son andıç işte bunu anlatır bize…
Peki neye işaret eder tüm bunlar?
Fişleme, tasnif, yönlendirme, askerîleşmeye mi? Elbette…
Peki ama bunun karşı ağırlığı yok mudur?
Demokratik bir toplumda bunun vicdani, ahlaki, siyasi, hukuki yaptırımı yok mudur, olmaz mı?
Bizde yok…
Nitekim andıçta askerin dost kuvvetlerden gördüğü kalemler, gururlu yazılar kaleme alıyorlar. Nitekim andıçın ortaya koyduğu üzere asker basın kuruluşlarını, patron ve yöneticilerini karargâha davet ederek yönlendiriyor. Gazeteler bu andıçın sadece hedefleri değil, aynı zamanda ortakları. Onlar andıç mantığı ve niyetinin farkındalar, hatta uygulayıcısı konumundalar.
Nitekim andıçtan 1 Temmuz 2005 tarihinde bir medya brifingi yapıldığını, bu brifingde gazete yöneticilerinin TSK haberleri ve devlet politikaları konusunda uyarıldığını ve birçoğunun bu uyarılara uyduğunu öğrenmiyor muyuz?
Andıçtaki Radikal Gazetesi’ye ilgili satırlara bakın hele:
“Köşe yazarlarının entelektüel birikimi ve deneyimi fazladır. Zaman zaman TSK ile ilgili önemli çıkışlar yapabilmektedir. (…) 21 Temmuz 2005 tarihinde TSK tarafından düzenlenen medya brifinginde bu konunun gündeme getirilmesi üzerine, gazetenin genel yayın yönetmeni İsmet Berkan’ın duyarlılığı sonucu çizgisini düzeltmiştir. Gazetenin yazar kadrosunun çoğunluğunun TSK karşıtı sol eğilimli yazılar yazmalarına karşın yönetim kadrosunun TSK’nın eleştirilerini dikkate aldığı; ( …) TSK ile ilgili konularda uzman kimi yazarların da gazetenin kadrosunda bulunması nedeniyle gazetenin akreditasyon halinin devam etmesinin yerinde olacağı değerlendirilmektedir…”
Madalyonun basın yüzü böyle…
Peki ya askerî yüzü…
Bu skandal üzerine askerî otorite açısından ne beklersiniz? Biraz mahcubiyet, iç sorgulama, olmadı suskunluk değil mi?
Sadece akredite gazetelerin “güvenilmez yazarlarının andıçta verilen listesi bile bunu gerektirir gibi geliyor insana. Şu listeye bakın: Mehmet Ali Birand, Cüneyt Ülsever, Hadi Uluengin, Ece Temelkuran, Çetin Altan, Hasan Cemal, Can Dündar, Nuray Mert, Yıldırım Türker, Murat Belge, Hasan Celal Güzel, Soli Özel, Ergun Babahan, Umur Talu, Mehmet Altan, Engin Ardıç, Faruk Mangırcı, Ömer Lütfi Mete, Oral Çalışlar, Hikmet Çetinkaya, Alican Satılmış, Lale Sarıibrahimoğlu, Derya Sazak, Taha Akyol, Nazlı Ilıcak, Ufuk Güldemir, Şakir Süter, Güngör Mengi, Bilal Çetin, Ruhat Mengi, Okay Gönensin ve Nihat Genç…”
Ama bırakın mahcubiyeti, suskunluğu, iç soruşturmayı; bilgiyi ve belgeyi doğal görüp dolaylı bir şekilde savunuyor karargâh.
Nitekim tüm dikkatini bu belgenin nasıl dışarı sızdığını anlamaya vermiş bulunuyor…
Skandalın bir de üçüncü yüzü var, merkez medyanın dün olduğu gibi bugün de görmezden gelmeyi tercih ettiği bir yön bu.
Bu yön akredite olmayan gazeteciler, gazeteler ve televizyonlar meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin ben, Fehmi Koru, Etyen Mahçupyan, Kürşat Bumin, örneğin Yeni Şafak ve Zaman Gazeteleri, Aksiyon dergisi…
Evet konu biz değiliz; andıç akredite yayın organlarını değerlendiriyor. Ancak bu arada bizlerin neden akredite olmadığını da açıklıyor.
Bu açıklama ibret verici bir vahamettedir.
Şöyle deniyor andıçta:
“1997 yılında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından basın-yayın kuruluşlarının ‘güvenilirlik’ denetimine tabi tutulmasına başlanmasıyla (…) güvenilirlik düzeyi düşük basın-yayın kuruluşlarının TSK bünyesinde gerçekleştirilen faaliyetlere katılımı kısıtlanmış ve anılan faaliyetlere ancak güvenilirlik denetiminden geçen basın kuruluşları mensuplarının katılımı sağlanmıştır. Böylelikle, TSK’nın basın faaliyetlerinin; bölücü ve yıkıcı akımlara destek veren basın kuruluşları mensuplarının provokasyon ve kamuoyunu kasıtlı olarak yanlış bilgilendirme girişimlerinden korunması ile bunların askeri bölge, birlik ve tesislere girerek istihbarat elde etmeleri ve bunu bölücü-yıkıcı unsurlara iletmeleri ve askeri birlik, tesis, malzeme ve personele zarar vermelerinin engellenmesi amaçlanmıştır.”
Şöyle devam ediyor:
“Güvenilir olarak değerlendirilmeyen basın-yayın kuruluşlarına akreditasyon verilmeyerek bunların kamuoyunda itibar görmemesi sağlanmıştır.”
Andıç akredite olmayan gazete ve gazetecileri terörist eylemci ya da eylemcinin lojistik destekçisi gibi tanımlıyor ve itibarlarının düşürülmesini hedefliyor…
Ne hakla?
Açıkçası ortada bir suç var. Ama bunun hesabını soramıyorsanız, bilin ki gerçek anlamda bir askerî vesayet sisteminde yaşıyorsunuz demektir…
Sadece ordusuyla, ordu-devlet, ordu-siyaset ilişkileriyle değil, askerileşmiş basın ve zihinleriyle…
No comments:
Post a Comment