Saturday, August 25, 2007

Aydınlar Ocağı'na kızıl ateş düştü

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=11069

Osman İridağ - Aksiyon , Sayı: 476 - 19.01.2004



Aydınlar Ocağı'na kızıl ateş düştü


Kurulduğu tarihten itibaren siyasal ve sosyal yaşamımızda önemli bir baskı unsuru olan Aydınlar Ocağı kendi üyelerince eleştiriliyor. Türk-İslam Sentezi fikrini savunarak sağda toparlayıcı bir şemsiye işlevi gören Ocağın İstanbul kanadının ulusalcılarla birlikte hareket etmesi tepki görüyor. İstanbul Aydınlar Ocağı"nın genel merkezlik statüsü tartışılıyor. "Türkiye, dışarıdan Kıbrıs ve Irak üzerinden, içeriden de AKP iktidarı, irtica ve bölücülük tarafından kuşatılmış durumdadır. ABD emperyalizminin başını çektiği bu tehdide ancak bütün milleti birleştirerek karşı konabilir."
"Türkiye"ye karşı ihanette ittifak vardır. Buna karşı Cumhuriyet"ten, üniter ve milli devletten yana olanlar bazı farkları bir tarafa koyarak birlikte hareket etmelidirler. Sağ-sol ayrımı anlamını yitirmiştir. Stratejik duruş farkları doğmuştur. Sağcı olup da bölücü, liberal, radikal-dinci veya ikinci cumhuriyetçi olanlarla Türk milliyetçileri aynı safta yer alamaz."


"Türkiye"ye karşı ihanette ittifak vardır. Buna karşı Cumhuriyet"ten, üniter ve milli devletten yana olanlar bazı farkları bir tarafa koyarak birlikte hareket etmelidirler. Sağ-sol ayrımı anlamını yitirmiştir. Stratejik duruş farkları doğmuştur. Sağcı olup da bölücü, liberal, radikal-dinci veya ikinci cumhuriyetçi olanlarla Türk milliyetçileri aynı safta yer alamaz."

Son dönemin popüler hareketlerinin başında gelen ulusalcı hareket içinde yer alan (bazıları bunu Kızıl Elma koalisyonu olarak adlandırıyor), bir dönem birbiriyle kavgalı iki grubun temsilcilerinin söyledikleri ne kadar da birbirine benziyor. Yukarıda yaptığımız alıntıların biri bir zamanlar Türkiye"ye komünist Çin rejimini getirmek isteyen bir parti liderine ait, diğeri ise buna karşı oluşturulan bir hareketin bugünkü başkanına. Türkiye gerçekten de çok hızlı değişiyor. İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek ile İstanbul Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal iç ve dış düşman konusunda birleşiyor. Kendileri gibi düşünmeyenleri gaflet ve dalalet içinde görüyorlar. Onlar gibi düşünmeyenler istedikleri kadar vatanını milletini sevdiklerini, Türkiye"nin çağdaş ve kalkınmış bir ülke olmasını istediklerini söylesin bir anlam ifade etmiyor. Toplumun inanç ve kültür değerlerini göz ardı eden ulusalcılar vatan ve millet sevgisini kendi tekellerinde görüyor.

Doğu Perinçek"in tavrında garip olan bir durum yok. Çünkü Perinçek 70"li yıllarda Mao"yu savunmuş, askeri darbeleri teşvik etmişti. 80"lerde PKK lideri Abdullah Öcalan"la samimi pozlar vermiş, 28 Şubat sürecinde ise birlikte fotoğraf çektirdiği Apo"ya karşı amansız bir mücadele veren Türk Silahlı Kuvvetlerine yakınlaşmaya çalışmıştı. Şaşırtıcı olan ise Aydınlar Ocağı"nın da ulusalcı cephede yer almış olması. Kurulduğu günden itibaren Türkiye"de kimlerin iktidara geleceğinde önemli bir rol oynayan, Türk-İslam sentezi fikrini savunan, sağın en önemli fikir kulübü işlevini gören Ocak şimdilerde kendine yeni bir rota çiziyor. Aydınlar Ocağı"nın kurucuları ve eski başkanlarının ifadeleriyle bu yol geçmişteki rotaya hiç de uymuyor. Bu nedenle İstanbul Aydınlar Ocağı"nın geçmişten gelen genel merkezlik statüsü tartışılıyor. Mustafa Erkal"ın genel başkan değil, İstanbul şubesinin başkanı olduğu vurgulanıyor. Türkiye genelinde bulunan 35 Aydınlar Ocağı"ndan birkaçı hariç, diğerleri Erkal"dan bu unvanı kullanmamasını istiyor. 1970 yılında kurulan Ocak"ta şimdiye kadar böyle bir tartışma yaşanmamıştı. Bunda da Mustafa Erkal"ın geçmişte kendileriyle ilgili ağır sözler söyleyen, "Karanlıklar ocağı" tanımlamasında bulunan kişi ve gruplarla aynı platformda yer alması etkili oldu. Peki ne oldu da sağın en önemli fikir kalesi ve aynı zamanda mason locası kadar etkili kurumu bu noktaya geldi. Bunun için yetmişli yıllara, hatta altmışlara bir yolculuk yapmak gerekecek.

İsim babası Necip Fazıl Kısakürek

Demokrat Parti devrilmiş ve yerine sol grupların desteklediği bir yönetim gelmişti. 1961 Anayasası"nın tanıdığı özgürlüklerden en çok sol gruplar yararlanmıştı. Henüz sağda entelektüel çıkışların yapılamadığı, öğrenci hareketlerinin olgunlaşmadığı günler yaşanmaktadır. Üniversiteler solcuların elindedir. Azınlıkta kalan sağcı hoca ya da öğrencilerin sesleri de çok yüksek çıkmamaktadır. "Solcu olmak adam olmaktır" dövizlerinin taşındığı bu dönemde bir grup sağcı akademisyen ve fikir adamı boşluğu doldurmak için yeni formüller üzerinde tartışır. Düşüncelerini Necip Fazıl Kısakürek, Hasan Basri Çantay, Nureddin Topçu ve Ali Fuad Başgil gibi dönemin ünlü hocalarıyla paylaşırlar. Amaç resmi bir cemiyet olarak kimliklerini ortaya koyacak bir yapılanma içine girmektir. 1962 yılında 7 kişinin öncülüğünde bir kulüp kurulur. Anadolu Kulübü adı verilen bu birlikteliğin isim babası ise Necip Fazıl Kısakürek"tir. Kısakürek, "Eski zamanda olsa Münevverler Mahfili olurdu, şimdi ise Aydınlar Kulübü olsun" der. Doç. Dr. Süleyman Yalçın"ın başkanlığında oluşturulan kulüpte Op. Dr. Asım Taşer, Doç. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Doç. Dr. Ayhan Songar, Dr. İsmail Dayı, Yüksek Mühendis Mahmud Ayla ve Dr. Kemaleddin Erbakan da kurucular kurulunu oluşturur. Aslında bu isimler arasında Necmettin Erbakan da olacaktır ama onun yerine kardeşi Kemaleddin Erbakan yer alır. Ana gaye ise Süleyman Yalçın"ın ifadesiyle şöyledir; "Amacımız, üniversite muhitine yakın, gençlerin rahat gelebileceği, aynı zamanda memleket meselelerini, milli kültür ve ilim bazında konuşup tartışabileceği bir mekan ve imkan yakalamaktı." Bu amaçla İstanbul Beyazıt"ta bir iş hahının üst katı kiralanır. Masrafları, aynı fikri ve amacı hedefleyen çoğu üniversite mensubu 20 genç karşılar. Akşamları sohbet toplantıları yapılır, konferanslar düzenlenir. Genç aydınlar sağın pek çok ismini burada dinleme fırsatı bulur. Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Nihad Sami Banarlı, Arif Nihat Asya, İ. Hami Danişmend, İlhan Darendelioğlu, Tarık Buğra, Osman Yüksel Serdengeçti gibi önde gelen isimler dönemin gençliğinin fikri oluşumuna katkıda bulunur. Kulüp 1965 yılına kadar etkinliğini sürdürür ancak başkan Süleyman Yalçın"ın işi gereği ABD"ye gitmesinin ardından işlevini yitirir.

Aydınlar Ocağı"na geçiş

Altmışların sonu, yetmişlerin başı dünyada olduğu kadar Türkiye"de de sol rüzgarın en yoğun hissedildiği dönemdir. Sağcı öğrenciler de ihtilal sonrası tutukluklarını atmış ve birçok dernek etrafında örgütlenmişti. Milli Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Derneği, Milliyetçiler Derneği, Kültür Ocakları gibi örgütler sağcı öğrencilerin bir araya geldikleri çatıları oluşturdu. Ardından Milli Gençlik Vakfı ve Ülkü Ocakları, yine siyasi partilerin gençlik teşkilatları derken solda olduğu kadar sağda da farklı frekansta örgütler ortaya çıktı. İstanbul Üniveirsitesi"nde görevli bazı akademisyenler Aydınlar Kulübü"nün yeniden canlandırılması gerektiğini düşünerek harekete geçti. Bu kez başlarında Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu vardı. Kafesoğlu, öğrencilerden çok öğretim üyelerine ve aydınlara hitap edecek bir oluşum arayışının öncülüğünü yaptı. 1969 yılında Türkiye"nin üniversite kentlerinden gelen 70"e yakın fikir adamı Kafesoğlu"nun girişmleriyle 2. Milliyetçiler Kurultayında buluştu. Kongre, milletini seven fikir adamlarını biraraya toplayacak bir çatı oluşturulması gerektiğine karar verdi. Bir yıl süreyle toplantılar yapan İbrahim Kafesoğlu, Muharrem Ergin, Said Bilgiç, Recep Doksat, Fethi Gemuhluoğlu, Faruk Kadri Timurtaş, Nihat Sami Banarlı, Metin Eriş, Altan Deliorman, Ahmet Kabaklı, Hakkı Yıldız, Sabahattin Zaim, Süleyman Yalçın ve İsmail Dayı"nın gayretleri meyvesini verdi. Süleyman Yalçın, Aydınlar Kulübünü de hatırlatacağı ve devamı olacağını göstereceği için isim olarak Aydınlar Ocağı teklifini yapınca diğer kurucular da kabul etti. Ve Ocak, 56 kurucu üye ile 14 Mayıs 1970"te kuruldu. Bu tarih aynı zamanda Demokrat Parti"nin 1950 yılında iktidarı devraldığı tarihin yıl dönümüydü.

Cuma namazına gidemeyen cumhurbaşkanı

Süleyman Yalçın"ın ifadesiyle Aydınlar Ocağı"nın kurucu kadrosu, vatanperver, milliyetçi, mukaddesatçı denen geniş bir yelpazenin farklı renklerini içine alan insanlardan oluşmaktaydı. Bütün kurucular sağcıdır ama yelpaze o kadar geniştir ki yine Yalçın"ın ifadeleriyle; "Samimi Atatürkçü milliyetçiden katı Türkçüye, Anadolucu"dan İslamî inancı her şeyin üstünde tutan, salih iman sahiplerine" kadar bir yelpaze kurucular arasında yer almaktadır. Hatta öyle ki profesörlerden biri çay ve kahve ikramı yapılan ocağın yanında alkollü içki bulundurulmasını teklif eder. Amaç farklı düşüncedeki insanları da ocağa davet etmek ve ona milliyetçi fikirleri anlatmaktır. Aydınlar Ocağı heyetinin ilk ziyaret ettikleri kişilerden biri de zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay"dır. Sunay, milliyetçi ve Müslüman aydınları karşısında görünce çok şaşırır ve "Ben hoca çocuğuyum ama cumaya gitmeye çekiniyorum. Üniversitede sizin gibi hocalar vardı da bu zamana kadar neredeydiniz?" diye sorar.

Hem Türküz hem Müslüman

Aydınlar Ocağı kurulmuştur ama içlerindeki farklılık nedeniyle ciddi tartışmalar yaşanır. "Türkçü müsün, yoksa Müslüman mısın" ya da "Önce Türk mü yoksa önce Müslüman mı?" tartışması yapılır. Türkçü kanat bir siyasi partiyle birlikte hareket edilmesini ister. Başkan İbrahim Kafesoğlu gelen baskılardan bunalır ve ABD"de olan Süleyman Yalçın"ı arayarak; "Bir an önce gelin ben baş edemiyorum" der. Yalçın ABD dönüşü Ocak başkanlığı görevine getirilir. İlk iş olarak da üyeler arasındaki görüş farklılıklarını giderecek çalışmalar yapar. 1979 yılında toplanan üçüncü milliyetçiler kurultayı "Türk müsün yoksa Müslüman mısın?" sorusunun cevabını verir. Türk-İslam sentezi tanımı getirilerek üyeler arasındaki fikri ayrılık sona erdirilir. İslamı, Türk kültürünün sadece bir unsuru olarak gören klasik milliyetçi görüş yerine merkeze alan bir anlayış tercih edilir. Millet tanımını "dilde ve dinde birlik" olarak özetleyen; örf, adet, sanat, gelenek ve göreneği bunun alt unsurları olarak değerlendiren anlayışı Süleyman Yalçın şöyle özetliyor; "Ben Türk kimdir sualine hep "Türkçe konuşan Müslüman" cevabını veririm". İbrahim Kafesoğlu gibi Türkçü kanattan gelenler bile yeni tanımlamayı çok beğenir. Türk İslam sentezi (terkibi) artık Aydınlar Ocağı"nın resmi görüşü olur. Ocak, Türkiye"nin sorunlarıyla ilgili konferans ve toplantılara imza atarken, çözüm önerilerini de raporlar halinde yetkililere iletir.

Aydınlar Ocağı doksanların başına kadar iki konuda çok dikkatli davrandı. Yeni üye kaydetme ve bir siyasi partiye angaje olma konusunda hassasiyetini korudu. Zaten kuruluşundan 1988 yılındaki kongreye kadar genel sekreterlik görevini yürüten Metin Eriş, ocağın en önemli felsefelerinden birisinin partiler üstü olmaya özen göstermesi olduğunu belirtiyor; "Kuruluşumuzda bağlılığı değil bütünleştiriciliği benimsemiştik. Sağda faaliyet gösteren bütün siyasi partiler bizim kendi milliyetçiliklerinin devamı ya da dışarıdaki fikir yapısı olmamızı istedi. Bizse Türkiye"nin siyasi partilerin üstünde kalacak olan bir fikir yapısına ihtiyacı olduğunu söyledik. Hiç bir partiye angaje olmadığımız için 1988 yılına kadar baskı unsuru olmaya devam ettik. Eğer angaje olsak at gözlüğü takmamız gerekirdi. Bize gelen bütün talepleri fevkalade sert biçimde geri çevirdik."

Sağın masonları mı?

1970 yılında 56 üye ile kurulan Ocak her geçen yıl popülaritesini artırdıkça üye olma yönünde ciddi bir taleple karşılar. Ama bu talepler çoğu zaman geri çevrilir. Üyelik o kadar zordur ki, kapalı yapısı nedeniyle pek çok akademisyen bu kurumu masonlarınkine benzetir. Metin Eriş bu benzetmeden çok da rahatsız değil; "Baskı unsuru olmak için üyelik şartlarını ağır tuttuk. Masonların yaptığı doğruysa ve kendilerini bu şekilde muhafaza ediyorlarsa biz de kendimizi böyle muhafaza ediyorduk. 1988 yılında yönetimi devrettiğimizde üye sayımız 100 civarındaydı. Yani 18 yılda yeni üye kaydımız 50"yi geçmemiştir. Bugün ise 400"den fazla üyesi var." Ocağa üye olmak için öncelikle Yönetim Kurulu"nun olurunun alınması icap ediyor, sonrasında İlim İstişare Heyetinin aynı doğrultuda karar vermesi gerekiyor. Yönetim Kurulu onaylasa da, aksakallılar denilen İlim İstişare Heyetinin vize vermediği kişi üye yapılmıyor. Oy çokluğu yerine oybirliği ilkesi benimseniyor.

12 Eylül"de oynadığı rol

Sol çevreler Türk-İslam sentezi fikrine şiddetli eleştiriler getirmekle kalmaz, 12 Eylül rejiminin Aydınlar Ocağı"ndan etkilenerek zorunlu din derslerini koydurduğunu iddia eder. Aslında bu çok da yanlış bir iddia değildir. Şimdiki başkan Mustafa Erkal o dönemde Türkiye"yi yönetenlerin Aydınlar Ocağının görüşlerine yaklaşmaktan başka alternatifleri olmadığını belirtiyor; "12 Eylül"ü, 12 Mart"ı yapanlar gayet tabii ki Türkiye"den yanaydılar. O denemin Marksist-Leninist ya da kozmopolit bir kuruluşuyla fikir alışverişi yapmamaları kadar tabii bir şey olamaz. Devletle iç içe değildik. Ama çok değişik yerlere fikirlerimizi, porojelerimizi dün de, bugün de verdik. Kim iktidarda olursa olsun onlara yardımcı olmak tarihi görevimizdir." 12 Eylül sonrası hazırlanan anayasa çalışmalarına Aydınlar Ocağı da katılır.

Darbeyi haber verdiler

12 Eylül"e giden süreçte Aydınlar Ocağı kurum ve kuruluşlarla yakın ilişki içinde olmasının karşılığında birçok gizli bilgiye de ulaşır. Yöneticiler darbenin gelmekte olduğunu haber alır ve dönemin başbakanı Süleyman Demirel"i uyarır. Darbeden bir ay önce Başbakanlık Konutu"nda gerçekleşen görüşmede Demirel"e sağ ve sol arasındaki kavganın iç savaşın sinyalleri anlamına geldiği, bunu durduracak gücün mevcut hükümet olduğu, aksi halde darbe yapılacağı söylenir. Demirel ise sadece dinlemekle yetinir.

Turgut Özal"ı vitrine çıkardılar

Aydınlar Ocağı, partiler üstü olur ama hep siyasetin içinde yer alır. 1974 sonrasında hükümet kurulmasında sıkıntı çekildiği dönemde sağdaki partilere baskı yaparak Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kurulmasında rol oynar. Turgut Özal, ABD"den döndükten sonra Aydınlar Ocağı"yla yakın temas kurar. Metin Eriş, Özal için "resmen değil ama doğal bir üyemiz gibiydi" tanımlamasında bulunuyor. Turgut Özal"ın Başbakanlık Müsteşarı olarak Süleyman Demirel"le yeniden yolunun kesişmesinde de Ocak önemli bir görev yapar. 24 Ocak ekonomik kararlarının tohumları Aydınlar Ocağı"nda atılır. Turgut Özal, Başbakan Yardımcılığı görevinden ayrılıp parti kurmaya karar verdiği dönemde Ocağın başkanlığını yapan Süleyman Yalçın"ın evinde toplantılar düzenler. Cihangir"deki evde yapılan toplantılarda Yalçın ve arkadaşları Turgut Özal"a destek olur. Partinin kurucuları arasına Aydınlar Ocağı"ndan birkaç üye de katılır. ANAP iktidarı döneminde de destek artarak devam eder. Süleyman Yalçın, Turgut Özal"ın kendilerinden etkilendiğini söylerken, Özal"ın da bir çok konuda onları ikna etmeyi başardığını itiraf ediyor: Mesela bugün 2B diye bilinen orman arazilerinin satışı konusunda Turgut Özal, Aydınlar Ocağı"nı ikna etmeyi başarır.

Derin devlet devreye giriyor

12 Eylül sonrası hareket Türkiye geneline yayılmaya başlar. Daha doğrusu o tarihe kadar sadece İstanbul"da faaliyet gösterilirken yeni şubeler açılmasına karar verilir. Bunu yaparken de şubelerin hatalarının merkeze mal edilmesini önlemek için yeni şube açılışı üyelik kadar zor şartlara bağlanır. İstanbul Aydınlar Ocağı"ndan bir heyet yeni şube açılacak şehre giderek orada kurucu olacak kişilerle görüşür ve partiler üstü olmaları şartıyla onay verir. 1988 yılına gelindiğinde Türkiye genelindeki Ocak sayısı 12"yi bulur. O yıla kadar iki yılda bir yapılan kongrelerin hiçbirinde olağanüstü bir gelişme olmaz. İlim İstişare Heyetinin onayını alan Yönetim Kurulu listesi delegelerce kabul edilir. Ancak o yıl ilk kez seçimlerde ikinci bir liste çıkarılır. Metin Eriş"e göre bu bir hizip hareketiydi ve derin devlet Aydınlar Ocağı"nın gücünü kırmak için harekete geçmişti; "İlim İstişare Heyetinde Yönetim Kurulunu nasıl oluşturacağımız belli olmuştu. Ancak bir grup arkadaşımız farklı üsluplarla değişik yerlere mektuplar yazdı. Herkese kendi görüşlerine göre gönderilen bu mektuplarda genel sekreter olarak benim icraatlarım övülürken başkanımız Süleyman Yalçın kötüleniyordu. Bizi parçalamak ve bir siyasi partiye angaje etmek isteyen bir hareketti bu."

Dönem Turgut Özal"ın popülaritesinin zirvede olduğu yıllardır. Aydınlar Ocağı da ANAP ve Turgut Özal"ın arkasındaki en önemli güçlerden biridir. 1983"te Turgut Özal"a iktidarı vermek istemeyen güçlerin, Özal"ın bazı çıkışlarından rahatsız oldukları biliniyordu. Aydınlar Ocağı yönetimindeki görev değişiminin de tam bu döneme denk gelmesi ilginçti.

Metin Eriş"in bir siyasi parti olarak kimi kastettiği sonraki dönemde hep tartışıldı. Ocağın eskisinden daha fazla MHP"ye yakın durduğu iddia edildi. 88"deki kongreyi kaybeden ekip yeni gelenleri kurumun ilkelerine ters davranmakla suçluyor. İlkelere aykırı tutumlardan biri de üye sayısının artmış olması. Bugün Aydınlar Ocağı"nın İstanbul Şubesinin 410 üyesi bulunuyor. Şimdiki Başkan Mustafa Erkal bu durumu, "Bizim görüşümüz, yoğurt yiyişimiz farklıdır. Biz asistanları, genç insanları dışlamadık. Topluma açıldık, kapalı devre çalışmadık. Biz aydını belirli yaşa gelmiş ya da akademik unvanı olan biri olarak değerlendirmedik. Türkiye"nin bu kadar üyeye ihtiyacı var" diye cevaplıyor.

1988 sonrasında başkanlık görevini Nevzat Yalçıntaş üstlenir. Sadece sağcılar arasında değil, belki solcular arasında dahi sevmeyeni olmayan Yalçıntaş, toparlayıcı bir rol oynamaya çalışır. Türk-İslam sentezi fikrini devam ettirir, eskilerle yeni ekip arasında köprü olur. Zaten onun döneminde bugünkü tartışmalar hiç yaşanmaz. İkibinli yıllara kadar da tartışma konusu olmaz. Yalçıntaş"ın siyasete atılmasının ardından genel başkanlık görevine getirilen Prof. Dr. Mustafa Erkal ise selefleri kadar şanslı olmaz. Türkiye"de dini reddeden, inançlarından dolayı başını örten insanları dahi bölücü kabul eden gruplarla aynı platformda bir araya gelince sadece Genel Başkanlığı değil Aydınlar Ocağı"nın misyonu da tartışma konusu olur.

"1988"den sonra Aydınlar Ocağını bir büyük hareketin içinde ilk defa ulusalcılık konusunda gördüm. Ulusalcılıkla Türk-İslam sentezi nasıl uyuşabilir. Biz Türk İslam kültür bütünlüğünden bahsediyoruz. Türkçüyüm diyemedikleri için belki ulusçuyum demeye çalışıyorlar. Ulus kelimesi ne kadar milli bilemiyorum. Böyle bir şemsiyeye girdiğiniz vakit İslamla uzaktan yakından ilgisi olmayan birtakım insanlarla beraber olursunuz." Bu sözler Metin Eriş"e ait. Eleştirilerin odağındaki isim Mustafa Erkal ise değişenlerin kendileri değil solcular olduğunu söylüyor. Bölücü ya da sosyalist soldan ziyade ulusalcı solla birçok konuda aynı düşündüklerini ifade ediyor; "Kendisine Türk demeyen, milliyet meselesini kabul etmeyen solla beraber değiliz. Değişik gruplardaki gençlere ilgi göstermemiz hocalık görevimizdir. Gelip danışıyorlar. Marksist, Leninist yanlışlarda ısrar etmeyen adamlar ortada kalmıştır. Bu insanlar birtakım kişilere, görüşlere yakınlık hissediyor." Erkal bir dönem kendileri için "Karanlıklar Ocağı" tanımlamasını yapan Çetin Yetkin gibi isimlerle aynı bildiriye imza atmasını ise şöyle açıklıyor; "Biz değil onlar değişiyor. Ütopyadan belli bir noktaya geldiler. Çetin Yetkin"le görüşürüz, temas ederiz. Ankara"da yapılan bir sempozyumun sonuç bildirisine ortak imza attık. Acaba hangi üyemiz burada yazılanlara hayır diyebilir. Bunu diyen bizim çizgimizden uzaklaşır, yabancılaşır. Dostlarımız cehalette, bilgisizlikte ısrar etmezlerse orada olan isimlerle çatışmaları mümkün değil."

Genel başkanlığa itiraz

Erkal"ın dostları galiba anlayışsızlıkta ısrar ediyor olmalı ki İstanbul Aydınlar Ocağı"nı dışlıyor. Mustafa Erkal"ın İstanbul Aydınlar Ocağı Başkanı olduğu belirtiliyor. Bu amaçla Türkiye genelindeki 28 ayrı ocak Ankara Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. Şaban Karataş"ın başkanlığında toplanarak konuyu tartıştı. Mustafa Erkal"a göre bu tartışmayı yapan ocak sayısı 5"i geçmez. Hatta basında çıkan haberlerle ilgili olarak Şaban Karataş"la birlikte hazırladıkları bülteni basına açıklayacaklarını da söyledi. Koordinasyon toplantısına kendilerinin neden katılmadığını sorduğumuzda aldığımız cevap "davet edilmedik" şeklinde oldu. Şaban Karataş ise tersini söylüyor; "Bir vazifeli kendi fikrini söylerken temsil ettiği ocağa dokunursa buna hakkı yok. Ocağın misyonu vardır. Şahıslar temsil etmez. Filan yerin başkanı söyleyebilir. Benim başkanlığımda 28 ocak toplantı yaptı. Fonksiyonum kimseyi incitmeden eksikliği gidermekti. Ne Mustafa Erkal"la irtibattayım ne de ona karşıyım. Ama arkadaşlar Erkal"ın genel başkan sıfatını kullanmasını istemiyor. İstanbul Aydınlar Ocağı"nı davet etmemize rağmen toplantıya katılmadılar."







GÖRÜŞLER



Prof. Dr. Süleyman Yalçın(Aydınlar Ocağı eski Genel Başkanı)

FİKİR ÜRETME MERKEZİ

OLMAKTAN ÇIKTI

Adalet Partisi bölünürken devreye girdik ama Süleyman Demirel "Ben başkanım, benim dediğim olur" dedi. Parti lideriyle yakın temaslarımız oldu. Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kurulmasında katkımız oldu. Hükümet kurulamıyordu, biz de Aydınlar olarak bir bildiri yayınladık. Türkün en kısa tarifi Türkçe konuşan Müslüman tanımıydı. Türk-İslam sentezini ilk olarak Aydınlar Ocağı kullandı. Solcular bizi çok eleştirdi. Hatta Süleyman Demirel bile, "Türkü anladık, İslamı anladık da bu sentez ne oluyor?" dedi. Bizim İslami rengimiz bazı katı Türkçü arkadaşları rencide etti. İkincisi, devlet içindeki itibarımız onların enaniyetlerine dokundu. Bundan dolayı bizim gıyabımızda bir hazırlığa girdiler ve 1988"deki kongreye gidildi. Şimdikiler biraz daha İslamı dışlıyor ve ocak fikir üretme merkezi olmaktan çıkıyor.



Prof. Dr Ömer Aksu

(1988"deki kongrede etkili rol oynadı)

HER KUŞ KENDİ SÜRÜSÜYLE UÇAR

Particiliğe kim bulaştıysa elini yakmıştır. Bu tür kurumlar belli bir fikrî çalışma yapar. Mustafa Erkal"la konuştum ve "Her kuş kendi sürüsüyle uçar" dedim. Ama Türkiye"nin içinde bulunduğu durum bu tür yan yana gelmeleri gerektirebilir. Kendisine böyle olabilir ama Aydınlar Ocağı"nı buna karıştırma, başkan olarak sen gitme dedim. Doğu Perinçek"in düne kadar ne olduğu belli, yanına oturmak doğru olmaz. Aydınlar Ocağı bir parçalanmaya gidiyor. Bu da yanlıştır. Dili sürçen atın başı kesilmez demiş atalarımız. Atı öldürmeyelim, yarayı kapatalım. MHP"yle yakınlaşması doğru değildi. O zaman da karşı çıktım. Bizim Türk-İslam görüşünü savunmamız lazım.

Prof. Dr. Mustafa Erkal

(İstanbul Aydınlar Ocağı Başkanı)

KÜRTÇÜ İSLAMCI GRUPLA AYRIŞIRIZ

Aydınlar Ocağı"nın toplumdaki yerinde en ufak değişiklik olmadı. Klasik sağ sol tanımı kalktı, yerler belirsizleşti, netlik kalmadı. Kuvayi Milliye çizgisi ister istemez bir farklılaşma yarattı. Yetmişlerde ABD çıkarıyla bizim çıkarımız uyuşuyordu. NATO"nun gündemi değişince Türkiye"nin gündemi değişti. Biz ayrım yapmadan herkesle görüşür, fikir alışverişinde bulunuruz. Ülkemizin menfaati neyi gerektiriyorsa, dış kumandalı iç ihanete ve etnik merkezli küresel istilaya karşı milli menfaatlerimizin yanında olanlarla temas ederiz. Kendini sağcı olarak ifade eden başkalarıyla ayrışırız. Kürtçü, İslamcı grupla ayrışırız. Bölücüdür bunlar.





Dr. Metin Eriş

(Eski Genel Sekreter)

SIRADAN BİR DERNEK OLDU

Biz genel merkezdik. Bugüne kadar şubelerin bütün hatalarının bedelini genel merkezler ödemiştir. Milliyetçiler derneğinin başına bu gelmiştir. Biz de İstanbul"daki genel merkezden izin almak şartıyla ve yetki vereceği kimselerden meydana gelmek üzere müstakilen ve akademisyenlerle bölgenin münevverlerinden seçilmiş sınırlı sayıda insanın kuracağı ocaklar olabilir dedik. Kurulduktan sonra da bizimle irtibatlarını kesmezlerdi.

İzmir"den bizim dönemimizde talep geldi, üç kez gittik bu şehre. Ama oradakileri bir fikri bütünlükte buluşturamadık. Hepsi siyasi parti taraftarıydı, biz de izin vermedik. Bizden sonra kemiyeti keyfiyete tercih ettiler. Ocağı sıradan bir dernek hüviyetine soktular. Bu bir tarzdır, olabilir. Artık ilçelerde bile Aydınlar Ocağı var.

No comments: